Mezopotamya'da Umut
Her kalem, tutanın acısını taşır,
her harf bir yara izi gibi sızar sayfada.
Romanlar, içinde şiir gizleyen yorgun dağlardır;
her cümlede bir halkın nefesi,
her virgülde suskun bir mezar vardır.
Dağlar, ovalar, Dicle ?
hepimiz kadar yorgun,
ama yine de sabırlı bir bahar saklar içlerinde.
Asi ruhlarda yeşerir sevda,
bir kelebeğin kanadında direnir bahar.
Eller sümbül gibi açar,
gözlerde kefen yırtılır; umut filiz verir.
Bir melek öldü dün düşlerde,
belki binlercesi toplumun hafızasında.
Kan kokan sokaklarda hâlâ gülenler vardı;
çünkü bazı acılar, gülümsemeyi bile
isyanın bir biçimi sayar.
Serçe misali her pusuda bir korku,
her rüzgârda dağılan bir yarın;
ve başka renklere, başka inançlara
acımasız bakışlar yönelir.
Ama biz, yine de susmayız.
Saltanatın dumanında ısınmaz artık hevesimiz.
Tilki postu gibi parlayan vaatlere değil,
toprağın alnına kazınmış gerçeğe inanırız.
Zalimin dişlerinden damlayan kanı değil,
çocuğun gülüşünden süzülen ışığı görürüz.
Yüreklerimizi emerler,
baharı kışta katlederler,
ama biz ?
masum bir inancın içinden
yine tebessüm ederiz.
Dayayın kalemi zalimin alnına,
yazın bütün güzel sözleri şarkı gibi.
Her dua bir ezgiye,
her beddua bir kül rüzgârına dönüşsün.
Küllerimizden yükselen duman,
yağmurla insin toprağa;
çaresizlikleri gömsün derinlere.
Gül vatan olsun bülbüle,
gülistan olsun Mezopotamya'da,
sevgi ırmakları aksın annelerin yüreğinde.
Minik eller tutsun eteğine umudun,
ışısın karanlıkta saklı yürekler.
Ve bilinsin:
Bir halk ölmez,
sadece susar bir süre ?
ta ki şiir onu yeniden diriltinceye kadar.