En Yeni Şiirler
BudurDünyaya geldinse gidecen
Kuru yaprak gibi dalından
Savrulup yere düşecen
Menzile varıp çürüyecen
Başka varmı nediyecen kul
İşte senin hayatın budur
Evvelden gelip gidenler var
Hani nerde geri dönmediler
Vadesi tamam olan insanı
Çağırmazlar daveti ilanla
Bırakırsın o an makamı köşkü
İşte senin hayatın budur
Kalmaz gençlik güzellik sana
Dünyaya çivi çakacan sanma
İmtihanda hemde rüyadasın
Yaşanan çiledir ömür dediğin
Aldığın iki nefes arası
İşte senin hayatın budur.
Yazar: 01usta
YAŞAMAKBu şehirde yağmurlar yağsa da ıslanmam ben;
Kapatmışım kalbimi bu şehrin insanlarına.
Bu şehirde yangınlar çıksa da umursamam ben;
Çoktandır yanmışım bu vicdansız dünyada.
Ben susayım, siz söyleyin dost bildiklerim: Günahım nedir?
...
Evim de yanmıştı, sönmeyen bir yangında; cehennem gibi.
Nasıl ki kuş, yaşamak için çabalarken bir fırtınaya tutuşuyorsa,
Beni de fırtınalar savuruyor yapraklar gibi.
Nasıl ki bu dünyanın fırtınaları kanatlarını kırıyorsa kuşun,
Benim de yaşamak için bir bir sebeplerim yok oluyor gibi...
Ben ama yaşamaktan hâlâ vazgeçemedim; kanadı kırık kuşlar gibi.
Uğruna savaştığım her şeyim sizin olsun, dost bildiklerim.
Söyleyin:
Ne için yaşayacak bu ruhsuz can?
Ruhum gitmişken, neylesin bu güçsüz can?
Dünyaya gelmekte ne vardı ki, dünyadan gitmekte olsun?
Ey yaşayan ruhlar, söyleyin: Yaşamak nedir?
Arzu Kureyşi
Yazar: Arzum
KÖLELİĞE RAZI ETTİLERİnsanları yerli yersiz korkuttular,
Sağlıklı insanları da hasta ettiler,
Ölenlerin çoğuna corona dediler,
Ölüm korkusu, köleliğe razı ettiler.
Cipli köleliğe medeniyet dediler,
Üstün ırk, ölümsüzlük var dediler,
Her şey beleş, siz eğlenin dediler,
Hayal perestleri, köleliğe razı ettiler.
Yazar: CECO
KÖPEKLER GİBİ ULURLARSözde kadınların pozitif haklarını savunurlar,
Kadına tecavüz caiz diyen Hahama ne buyururlar,
Kardinallere, pas pas rahibelere ne buyururlar,
Her türlü sapıklık yapan papazlara buyururlar,
Müslümanlara düşman, gavurlara dostturlar,
Ezan sesi duyduklarında köpekler gibi ulurlar.
Yazar: CECO
KÖLELİĞE İTİRAZ YOK MU?Koronadan başka hastalıklar yok mu?
Yalana yalan diyecek cesurlar yok mu?
Rahmani ilimleri hakkıyla bilen yok mu?
İblise tapanlara, köleliğe itiraz yok mu?
Özgürlük, insan hakları diyenler yok mu?
Cehennem azaplarından korkanlar yok mu?
Cennet köşklerini isteyen kullar yok mu?
Paraya tapanlara, köleliğe itiraz yok mu?
Yazar: CECO
En Yeni Düz Yazılar
KURBAN BAYRAMI VE ÖNEMİKURBAN BAYRAMI VE ÖNEMİ
Dini bayramlarımız ve mili bayramlarımız olmak üzere kutladığımız bayramlarımız var. Hepsinin ayrı özellikleri, ayrı değerleri vardır. Bugünkü konumuz Kurban Bayramı ve önemini vurgulamak olacak.
Bilindiği gibi Kurban Bayramının en önemli, en belirgin özeliği dayanışmadır, paylaşmadır. Bayram günü kırgınlıklar, dargınlıklar, hatta düşmanlıklar unutulur, kırgınlık ve dargınlıklar yerini hoşgörüye bırakır. Varsa düşmanlıklar barışla taçlanılmaya vesile olur. Böyle olunca bayramlar dayanışma gerçek anlamını bulur.
Kurban Bayramı'nın iki önemli özelliği var; Birincisi, dini yönden, ikincisi, toplumsal yönden olan önemi.
Dini yönden; Kurban Bayramı ve kurban olayı çok önceki çağlara uzanır. Çok eski doğa dinlerinde?Mezopotamya, Anadolu, Mısır, Hint, Çin, İran ve İbrani, yılın belli aylarında dini törenlerle kurban sunma, bayram yapma, geleneği vardır.
Ancak insanlık tarihinde en fazla şöhret bulan, en fazla önem verilen kurban olayı Hz İbrahim'in oğlu İsmail'i kesmeye teşebbüs olayıdır.
Kurban?kavramı, çok daha genel bir adanmışlığı, Allah için bireyin her şeyini feda edebilecek olmasını, Allah'a teslimiyeti ve ona karşı şükür içinde olmayı ifade etmektedir.
Kurban edilen hayvanın eti, yoksul ve ihtiyaç sahipleriyle paylaşılır. Bu, zenginlerin varlıklarını paylaşarak toplumdaki dengesizlikleri azaltmayı amaçlar.
Toplumsal olarak anlamı; Birlik, beraberlik, dayanışma, barış içinde kardeşçe bir arada yaşama arzusu olarak ifade edilebilir.
Bayramların kuşaktan kuşağa aktarılması ise toplumun geleceği açısından çok önemlidir. Bayramlar, insanlar arasındaki sevgi bağlarının güçlendiği, toplumsal dayanışmanın arttığı, kardeşlik ruhunun canlandığı günlerdir.
Unutmayalım ki, yardımlaşma ve dayanışma duygusu içinde hareket ettiğimizde toplum olarak daha güçlü oluruz. Bu değerleri yaşatmak ve yaymak, hepimizin sorumluluğundadır.
Birlikte daha güzel bir dünya inşa etmek için, yardımlaşma ve dayanışma ruhunu her zaman canlı tutmalı, bu güzel değerlerimizi korumasına önem vermeliyiz.
Toplumsal hafızayı taze tutan bayramlar aynı zamanda toplumun kendini güvende ve mutlu olarak hissetmeye vesile olur.
Bugün yaşanan olaylara bakılınca, birlik beraberlik, dayanışma, barış içinde bir arada yaşamanın önemi daha da önem teşkil ediyor.
Ortadoğu'da yaşanan olaylar ve gelişmeler, Türkiye'nin birlik, beraberlik, yardımlaşma ve dayanışmaya çok daha fazla ihtiyaç duyduğu bir dönemden geçiyoruz.
Bu süreci iyi değerlendirmek ülkemiz açısından hayati önem taşıyor. Yeni bir süreç başlamış bulunuyor. Bu süreç çeşitli kesimler tarafından çeşitli şekilde adlandırılıyor. Kimileri ?'Terörsüz Türkiye'' kimileri ?'barış ve demokratikleşme süreci'' olarak ifade edebilir, önemli olan süreci iyi algılamak, gerekeni yapmaktır.
Sonuç olarak bayram ve dayanışma konusunda ana başlıklar şeklinde şunlar söylenebilir;
1 - Bayramın amacına uygun olarak hareket edilirse; Dini ve toplumsal gelişme ve değişimlere olumlu katkı sunacağını;
2 - Kan davası, anlaşmazlık, kin ve nefret duygularının sevgi, hoşgörüyle çözülebileceğini;
3- Unutmayalım ki, yardımlaşma ve dayanışma duygusu içinde hareket ettiğimizde toplum olarak daha güçlü olacağımız, bu değerleri yaşatmak ve yaymak, hepimizin görevi olduğunu;
4- Toplumsal olarak; içinde bulunduğumuz durum bize gösteriyor ki; sancılı ve zor bir dönemden geçiyoruz. Zor dönemlerde birlik, beraberlik, barış ve kardeşlik adına fırsatları iyi değerlendirmenin önemli olduğunu;
5- Unutmayalım ki, yardımlaşma ve dayanışma duygusu içinde hareket ettiğimizde toplum olarak daha güçlü olacağımızı, bu değerleri yaşatmak ve yaymak, hepimizin sorumluluğunda olduğunu.
6- Barış ve savaş konusunda şunu asla unutmamak gerekir; birinci ve ikinci dünya savaşlarında bile, sorunlar ancak diyalog ile çözümünün olanaklı olduğuna inanarak bir masa etrafında çözdüklerini unutmaları gerektiğini;
7- Kurban Bayramı'nın, ülkemiz için, kardeşliğin, birlik ve beraberliğin temsili olan, yardımlaşmanın en çok vücut bulduğu bir dönem olarak değerlendirilmesini en isabetli düşünce olduğunu;
8-Barış ve demokratikleşme süreci, taraflar arasında sorumluluk ruhuyla hareket edilerek değerlendirilirse kazananın Türkiye ve Ortadoğu olacağını düşünüyorum.
8- Bu amaçlarla, sevdiklerinizle barış ve kardeşlik içinde yaşanacak, dünyaya gururla bakılacak nice bayramlar diliyorum.
Yazar: öğretmen
FESİH KARARI VE SONRASI...FESİH KARARI VE SONRASI GELİŞMELER
Uzun süreden beri Türkiye'nin gündemini belirleyen ve herkesin merakla beklediği PKK'nin silahları bırakma ve kendini fesih etme kararı nihayet açıklandı.
Konuya başlarken sürecin daha iyi anlaşılması için, PKK kuruluşuyla bakmak gerekir.
PKK Ankara'da ''Apocu'' olarak tanınan, solcu ve Kürt öğrencilerin temelini attığı PKK (Kürdistan İşçi Partisi) hareketi, 27 Kasım 1978'de Diyarbakır'ın Lice İlçesinin Fis Köyü'nde kuruluş kongresini gerçekleştirdi.
Kongreye ilk oluşumdan beri Öcalan ile beraber hareket eden 21 kişi katıldı. Kuruluş kongresine katılanların birçoğu 1979 yılında tutuklandı.
Örgütün kurucuları, cezaevinde başlatılan ölüm orucunda yedi kişi yaşamını kaybetti.
Arkasından Diyarbakır cezaevinde uygulanan vahşete karşı, 4 PKK'li genç üzerlerine benzin dökerek yaşamlarına son verdi.
Bu ve benzeri İşkence ve kötü muamele uygulamalarıyla kötü bir şöhrete erişen Diyarbakır E Tipi Cezaevi'nde yaşananlar örgüt için önemli kilometre taşı oldu.
Bu dönemde yakalanmayan Öcalan1979 yılında Suriye'ye geçti.
12 Eylül 1980 darbesinden sonra PKK'nın Lübnan'ın kontrolündeki Bekaa Vadisi'nde varlığı güçlendi, buraya giden PKK'lıların sayısı arttı.
PKK kadroları Bekaa Vadisi'nde Filistinli gerillalardan ideolojik ve silahlı eğitim almaya başladı.
Abdullah Öcalan 1984'te örgütün "uzun süreli halk savaşı" ilan ettiğini açıkladı.
Siirt'in Eruh, Şırnak, Pervari bölgesi ile Hakkari'nin Çukurca ilçesinde 15 Ağustos 1984 tarihinde eş zamanlı yapılan saldırılarla PKK Türkiye'de askeri noktaları ilk kez hedef aldı.
Örgüt böylece Türkiye'ye karşı silahlı mücadelesini başlatmış oldu.
PKK geçmişi ve kuruluşuna kısa vurgudan sonra şimdi çeşitli dönemlerde çeşitli şekillerde ifade edilen barış süreçlerine bakalım:
İlk barış süreci;1993'te Cumhurbaşkanı Turgut Özal da "şiddet yoluna karşı" barış için girişimler başlattı.
Bunun üzerine Abdullah Öcalan, 20 Mart 1993'te ateşkes ilan etti. Özal'ın şaibeli ölümüyle süreç tamamlanamadı.
PKK militanlarının, 24 Mayıs 1993'te Elazığ-Bingöl karayolunu kesip otobüsteki terhis olan silahsız 33 askeri kurşuna dizerek öldürmesi, örgütün en büyük saldırılarından biri oldu.
Bu saldırı ile ateşkes de sona erdi.
İkinci barış süreci; 6 yıl sonra ikinci ateşkesi 1999 yılında tek taraflı ilan etti, 2002'de silahlı güçlerini Türkiye'den çekmeye başladı.
On yıl sonra Üçüncü barış süreci; 2012'de, Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmelerin ardından, dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan bu kez "çözüm süreci" adı verilen bir girişimin başladığını duyurdu.
21 Mart 2013'te Diyarbakır'daki Nevruz kutlamalarında Abdullah Öcalan'ın mektubu okundu ve PKK'dan silahlı militanların güçlerini sınır dışına çıkarması istendi.
21 Mart 2015 Diyarbakır Nevruzunda yeni bir mektup gönderen Abdullah Öcalan, PKK'ya silahsızlanma için yeni bir çağrı yaptı ve İzleme heyeti ve Hakikat ve Yüzleşme komisyonun kurulmasıyla PKK'nın kongresini gerçekleştirebileceğini açıkladı.
PKK 22 Temmuz'da Urfa'nın Ceylanpınar ilçesinde iki polis memurunun evlerinde öldürülmesiyle çözüm süreci fiilen sona erdi. Sonradan yapılan açıklamada Öcalan, bu eylemi PKK'nin yapmadığını söyledi.
Dördüncü barış süreci; ?'Terörsüz Türkiye'' ismi farklı olsa da MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli 22 Ekim 2024'te yeni bir sürecin başlayacağı fitilini ateşledi.
Bu açıklamalar sonrası konuyu uzatmamak adına çağrı sonrası gelişmeleri ana başlıklar halinde şöyle açıklanabilir;
1-15 Şubat 1999'da uluslararası bir operasyonla Nairobi'de tutuklanarak Türkiye'ye getirildiğini;
2-Adına ne denirse densin 22 Ekim 2024 yılında, "Umut hakkı için başvurması ve TBMM'de DEM Parti grup toplantısında konuşması" şeklinde açıklamada bulunarak yeni sürecin başlayacağının ifade ettiğini;
3-27 Şubat'ta kamuoyuyla paylaşılan "Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı"nda tüm gruplara silah bırakma ve PKK'ya kendini feshetme çağrısında bulunduğunu;
4- PKK, bu doğrultuda 1 Mart'tan itibaren ateşkes ilan ettiğini duyurduğunu;
5-Fesih ve silah bırakma kararı ulusal ve uluslar arası arenada ilgiyle karşılandığını;
6- DEM Parti İmralı Heyeti Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimindeki (IKBY) ve Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) Başkanı Mesud Barzani ile Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Neçirvan Barzani ile bir araya geldiğini;
7- Siyası partiler arasında süreçle ilgili ziyaretler, liderler hakkında bilgi alışverişi yapıldığını;
8-1978'de kurulan PKK ile mücadele yarım asır devam ettiğini, resmi kaynaklara göre 40 binden fazla insan hayatını kaybetti. Binlercesi yaralandığını;
9- Birçok faili meçhul cinayetin ve insan hakları ihlallerinin yaşandığı bu dönemde, köyden kentlere yoğun bir Kürt göçü başladığını;
10- İmralı heyeti 10 Nisan'da Beştepe'de Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüştüğünü;
11-Heyetin siyası parti ziyaretlerinde çözüm olacaksa TBMM'de şeffaf şeklinde tartışmanın tartışıp karara bağlamanın gerektiğini;
12-Çözüm sürecini hukuk zeminde yasal güvencelere alınmasının gerektiğini;
13-Bu süreç.. hem iktidar.. hem PKK ve lideri Öcalan için.. büyük bir samimiyet testi ve güven sınavı niteliğini taşıdığını;
14-Sorunu Türkiye olarak çözülmezse, BOP (Büyük Ortadoğu Projesi)'nin gereği başka güçlere bırakılacağını;
15-Süreç başarıyla tamamlanırsa, kazananın sadece Türkiye değil, Suriye, Irak ve İran gibi komşu ülkelerinin de barış ve istikranın gelebileceğini;
16- Ve İmralı heyetinde yer alan Sırrı Süreyya Önder, 3 Mayıs'ta hayatını kaybetmesi barış adına büyük kayıp olduğunu düşünüyorum.
Yazar: öğretmen
ÜÇ FİDANÜÇ FİDAN
6 Mayıs 1972'de idam edilen 68 kuşağının devrimci öğrenci gençlik önderlerinden Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan, idam edilişlerinin 53'üncü yıldönümlerinde, birçok kentte düzenlenen etkinliklerle anıldı.
Konuya Üç Fidan hakkında kısa bilgilendirmeyle başlamak istedim.
Deniz Gezmiş
Ankara Ayaş'ta 1947'de doğan Deniz Gezmiş, devrimcilerle lise yıllarındayken tanıştı. 1965'te Türkiye İşçi Partisi'ne üye oldu. 1968'de 6. Filo protestolarına katıldı, İstanbul Üniversitesi'nin işgaline liderlik etti. Filistin'de eğitim aldı. Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu'nu (THKO) kurdu. 1971'de 4 Amerikalıyı kaçırdı.
Yusuf Aslan
Yozgat'ta 1947'de doğan Yusuf Aslan, 1966'da ODTÜ'ye girdi, devrimci mücadeleye katıldı. ODTÜ işgalinin önde gelen isimlerinden olan Aslan, 16 Mart 1971'de Deniz Gezmiş'le birlikte Nurhak'a giderken Sivas Şarkışla'da kolluk kuvvetleriyle girdiği çatışmada vuruldu.
Hüseyin İnan
Sivas'ta 1949'da doğdu ve 1966'da ODTÜ'de okurken devrimci mücadeleye katıldı. 6'ncı Filo eyleminin düzenleyicilerinden olan İnan ODTÜ Hazırlık boykotunun örgütlenmesine önderlik etti. THKO'nun çekirdek kadrolarından olan İnan, Filistin'e eğitim kamplarına gitti. Şubat 1970'te Türkiye'ye geri döndüğünde Diyarbakır-Antep yolunda bir otobüste yakalandı.
Bu yıl Üç Fidan'ı anma etkinlikleri ülkemizin dört bir yanında, görkemli şekilde anıldı.
Ankara'da yapılan etkinliğe CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Deniz Gezmiş'in abisi Bora Gezmiş, DEM Parti Ankara İl Örgütü, Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve DİSK başta olmak üzere sendikala, siyasi partiler, meslek örgütü temsilcileri ve vatandaşlar, Üç Fidan'ın idam edilmelerinin 53. yılı nedeniyle Ankara Karşıyaka Mezarlığı'nda bir araya gelindi.
Yapılan darbeler konusunda rahatlıkla söyleyebiliriz; Türkiye'de demokratik haklar tepeden verildiği için, tepeden alınması kolay oluyor.
Gelişmiş ülkelerde ise durum bunun tam tersidir. Demokratik hak ve özgürlükler tepeden değil halkların mücadelesi ile bedel ödenerek kazanılan haklardır.
On yılda bir yapılan darbelerin amacı, demokrasi ve insan haklarını ortadan kaldırmayı hedefleniyordu.
Yapılan darbeler dikkatle incelediğinde, bazı kesimleri sindirme ve yok etme projesi olarak devletin içinde illegal organizasyonlar tarafından gerçekleştirildiği sonradan ayan bayan görüldü.
Darbelere karşı siyasi kurumlar gereken direnci gösteremedikleri için idam edildiler. 12 Mart 197 1971 yılında yapılan darbenin ağır bedelleri oldu.
O dönem 25 yaşında olan Gezmiş ve Aslan ile 23 yaşındaki İnan, 6 Mayıs 1972 tarihinde sabaha karşı idam edildi
68 kuşağının simge ismi Deniz'in darağacındaki son sözleri ise şöyle oldu:
?Yaşasın, Türk Halkının bağımsızlığı!
Yaşasın, Marksizmin ve Leninizmin Yüce İdeolojisi!
Yaşasın, Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi, kahrolsun emperyalizm!?
Deniz'in asılmasından sonra sıra kendisine gelen Yusuf Aslan da son sözlerini şöyle haykırdı:
?Ben, halkımızın bağımsızlığı için bir defa ve şerefle ölüyorum.
Fakat, bizi asan sizler, şerefsizliğinizle hergün öleceksiniz!
Biz halkımızın hizmetindeyiz.
Sizler Amerikanın hizmetindesiniz.
Yaşasın Devrimciler!
Kahrolsun Faşizm!?
Deniz ve Yusuf'tan sonra gecenin 3'ünde son sözlerini o söyledi:
?Ben, hiçbir şahsi çıkar gözetmeden, halkın mutluluğu için savaştım.
Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım, bundan sonra da bu bayrağı Türkiye halkına emanet ediyorum?
Yaşasın işçiler ve köylüler!
Kahrolsun Faşizm!? şeklindeydi.
Sonuç olarak, ana başlıklar şeklinde şunlar söylenebilir;
1-Türkiye'de demokratik haklar tepeden verildiği için, tepeden alınmasının kolay olduğunu;
2- Türkiye tarihinde her 10 yılda bir kara bir leke olarak yer alan kanlı darbeler olarak yer aldığını;
3-68 Kuşağı olarak tam bağımsız bir Türkiye için, emperyalizme karşı 6. Filoyu protesto eylemleriyle ilk fitilini ateşlendiğini;;
4- Ülkemizin dört bir yanında, siyasi partiler, sendikalar ve meslek örgütlerin böyle bir günde bir araya gelerek Üç Fidan'ı anmaları değerli olduğunu;
5- Türkiye tarihinde emir-komuta zinciri içinde gerçekleştirilen ilk darbe Osmanlı İmparantorluğundan başlayarak, cumhuriyet döneminde de devam edildiği;
6-Cumhuriyet döneminde, 27 Mayıs 1960 Darbesi, ikincisi, 12 Mart 1971 darbesi ardından yapılan üçüncüsü 12 Eylül 1980 askeri darbesi açık müdahalesi olarak tarihteki kara leke diye yerini almış olduğunu;
7-Gerekli hallerde paralel darbeler, bazen de 28 Şubat'ta olduğu gibi "postmodern" olarak adlandırılan darbelerin yapıldığı.
8-Yapılan darbeler öncesinde kendilerine ?'derin devlet'' diye nitelenenler tarafından sağ/sol çatışmaları, alevi/suni düşmanlığını körükleyerek katliamlar yaparak darbelere zemin hazırladıklarını düşünüyorum.
68 kuşağının devrimci önderlerinden Üç Fidan'ın idam edilişleri ile ilgili olarak yazmış olduğum şiirimi sizlere sunuyorum
ÜÇ FİDAN
Onlar üç fidandı
Her biri asi
Her biri birer isyandı
Bağımsızlık
Kardeşlik diyorlardı
Bir de haykırıyorlardı
Değişmeli artık
Değişmeli bu düzen
''Ne ezen olmalı ne ezilen''
Kurulmalı yeniden
İnsanca yaşanacak
Dünyaya gururla bakılacak
Yepyeni bir düzen
**
Deniz dedikleri
Su gibi aziz
Umutları derya denizdi
İnan direncin adıydı
Eğilmedi hiçbir zaman
Aslan olanı
Zulme meydan okuyan
Asi yüreği vardı
Hem de kocaman
Ömrüne doymayan
Üç can
Dillere destan üç fidan
***
Onlar ki her biri
Birer cihan
Her biri birer destandı
Onlar gençlik sevdam
Onurlu kavgamdı
Şiş göbekli efendiler
Çıkardılar ferman
Ve gecenin şafağında
Kuruldu üç darağacı
Üç halkalı urgan
Üç kanayan yaram
Bilmem bu nasıl devran
Bu nasıl amansız ferman
****
Bir şafak vakti
Ayaklarda pranga
Elleri kelepçeli
Boyunlarda halkalı ipleri
Ölüme meydan okur gibi
Haykırdılar birer-birer
Son nefeslerinde
''Yaşasın halkların kardeşliği
Yaşasın bağımsız Türkiye''
Ve devrildiler tabureleri
Devirdiler birer-birer
Ölüme böyle gitti yiğitler
Muzaffer KALABA
Yazar: öğretmen
AYI'NIN ÖLÜMÜBurası Kastamonu ilimizin Şenpazar ilçesi yaklaşık olarak bir yıldır burada görev yapıyorum. Küçük şirin bir ilçedir Şenpazar. Yemyeşil doğası, tertemiz havası, cömert ve güler yüzlü insanlarımızla bize gurbet değildir. Kışları da bir başka güzel olur. Lapa lapa yağan karla birlikte karşı tepeler, o güzelim meşe ağaçları çamlar bembeyaz bir örtüyle kaplanır. Bu vakitler hep çocukluğum gelir aklıma. Ben küçükken bizim ilçemize öyle kar yağardı ki bazen bir metreyi aşardı. Tek katlı müstakil evimizin bahçesinde kar belimizi geçerdi. Her şey doğaldı. Anacığım o mübarek Anadolu kadını sabahın erken saatlerinde kalkar, soğuktan moraran elleriyle sobamızı yakar, demlikte ısıttığı suyu evin dışındaki demir boruların üstüne dökerek donan suyumuzu açmaya çalışırdı. Sanki bir rüya gibiydi, hatıraları hafızamda silinmez izler bırakmıştı.
Şenpazar bu nedenle bana doğup büyüdüğüm yerleri hatırlatıyordu. Yağan karla birlikte bembeyaz bir örtüyle kaplanan tabiatın o doyumsuz renkleri elbette beraberinde zorlukları da getiriyordu. Zaman zaman dağlarda aç kalan hayvanlar ilçe merkezine kadar iniyordu. Özellikle geceleri binamızın önüne kadar gelen kurtlar ve tilkiler için bazen yiyecek bırakıyorduk. Bunlardan kahverengi tüylü ayak bilekleri beyaz bir tilki vardı. Gündüz olunca güvenlik kameralarından onu seyrediyorduk. Kevin Costner'in başrol oynadığı Kurtlarla dans filminden esinlenerek ben de bu tilkiye çift çorap adını vermiştim. Aslında çift çorapla dost olabilmek için çok uğraşıyor, gelmesi muhtemel yerlere yiyecek bırakıyorduk. Ancak hayvan o kadar ürkekti ki en küçük seste bile tabanları yağlayıp kaçıyordu güvenlik kameralarını inceleyip çift çorabı görürsek mutluluğumuz bir başka oluyordu.
Yine böyle soğuk ve karlı bir kış günü kalmakta olduğum öğretmenevinden Emniyet Amirliği binamıza geliyorum. Her pazartesi günleri olduğu gibi büyük yolcu otobüsü hemen yanımızdaki durakta İstanbul'a gidecek ilçe sakinlerini bekliyor. Binanın önünde kestane çuvalları, pekmez, peynir bidonları, meyve sebze çuvalları dolu. Oradakilere dostça bir selam verip hayırlı yolculuklar diledikten sonra Emniyet Amirliği binamıza giriyorum. Bu gün bizim emniyette normal günlerden farklı bir hareketlilik var bunu sezebiliyorum. Yanıma gelen arkadaşlar heyecanla Karaman mahallesinde boş bir çiftlik evinin çevresindeki tellere bir ayının takıldığını geceden beri muhtemelen orada olduğunu, ilçe halkından bir kalabalığın ayıyı görmek için mahalleye doğru gittiğini söylüyorlar. Hemen ekip otosuna atlayarak mahalleye doğru gidiyoruz. Sağlı sollu kar yığınları arasındaki toprak yoldan mahalleye giriyoruz. Çiftlik evi biraz daha yukarıda ancak kar yolu kapatmış daha fazla ilerlemek imkânsız araçtan aşağı inip kalan yolu yürüyerek çıkmak zorundayız. Çiftlik evinin dışındaki tel örgülerinin hemen aşağısında bulunan çukur bir alanda tellere takılmış ayıyı görüyoruz. Hayvan gerçekten acı içerisinde bağırıyor, çevreye toplanan meraklı kalabalığı biraz uzaklaştırmak için çabalıyoruz. Boz renkli devasa büyüklükteki ayı belinden kendisini sıkıştıran teli koparmak için çabalıyor ama nafile sanki tel, o çırpındıkça daha da çok sıkışıyor. Zavallı hayvanın telden kurtulmak için yaptığı canhıraş mücadele bana gittikçe daha da çok dokunuyor. Hemen yanımda duran mahalle muhtarına dönerek: Bana bir pense ya da keski bulun aşağı inip teli keseyim sonra hızla yukarı çıkarım hayvanda kaçıp gider diyorum. Muhtar ve onun yanındakiler bu teklifime hiç de sıcak bakmıyorlar. Komiserim kahraman mı olmak istiyorsunuz sizin gibi Cide ilçesinde de bir muhtar aynı şekilde tuzağa takılan bir ayıyı kurtarmak istedi. Hayvan bir pençe darbesiyle bacağını kopardı. Sen teli kesince daha bir adım atamadan yakalar seni sonra ne yapar bilemeyiz diyerek gülüyorlar. Muhtar ve çevresindekilerin bu cesaret kırıcı sözleri beni etkiliyor. Bu fikirden vaz geçiyorum. Bir ayının elinde ölmek istemiyorum. Peki, ne yapalım diyorum. Muhtar ve mahalle sakinleriyle kafa kafaya verip ayıyı kurtarabilmek için çeşitli fikirler ileri sürüyoruz. Bir mahalle sakini bir kepçe bulup getirmemizi kepçeyle hayvanı kapana alıp sonra teli kesip kepçeyi kaldırıp hayvanı göndermeyi deneyelim diyor. Ancak bu fikir işe yaramıyor çünkü kepçenin o çukura kadar inmesi imkânsız. Diğer birisi uzun halatlar atıp hayvanı bağlamayı sonrada takıldığı teli kesmeyi öneriyor. Ancak bu da akla uygun gelmiyor. Çünkü hayvan halatlarla tutulunca kendisine zarar verileceğini düşünerek daha çok çırpınabilir. Bu nedenle karnındaki tel onu daha da çok sıkıştırabilir. Yine en mantıklı çözümü mahalle muhtarı söylüyor. İl merkezinde bulunan Doğa ve milli parklar müdürlüğüne telefon açarak buradan bir veteriner isteyip uyuşturucu iğneyle hayvanı uyutup sonra vücudunu saran teli kesip hayvanı kurtarmayı öneriyor. Sanırım akla ve mantığa en uygun gelen çözüm yolu da bu. Ancak bulunduğumuz ilçe, il merkezine yaklaşık bir saat uzaklıkta üstelik ekibin hazırlanması çıkması yaklaşık olarak bir buçuk saati bulabilir. Ahh! Zaman! Zaman bu tarz olaylarda çok önemli hale gelebiliyor. Bir saatlik yol gözümüzde o kadar büyüyor ki adeta bir günlük yola dönüyor. Ancak yapacak başka bir şey olmadığını düşünüyoruz. Doğa ve milli parklar müdürlüğüne telefon açarak bir veteriner istiyoruz. Beklemeye başlıyoruz. Her geçen dakika bana bir yıl gibi geliyor. Beklerken kalabalığı uzaklaştırıyoruz. Acı içinde bağıran hayvanın insanları gördükçe daha fazla korkmasını istemiyoruz. Yaklaşık bir buçuk saat sonra veteriner ve ekibi olay yerine geliyor. Çabucak bir durum değerlendirmesi yapıyoruz. Vakit kaybetmemek için veteriner hazırladığı uyuşturucu iğneyi hayvana yaklaşarak atıyor. Tabancayı hayvanın yüzüne doğrultunca sanki ne olacağını anlar gibi, canının yanacağını düşünür gibi daha çok çırpınıyor. Aradan uzun süre geçmesine rağmen hayvan bir türlü uyumuyor. Acı içinde bağırıyor. Geçen her dakikanın zavallı hayvan için daha da kritik bir vaziyet aldığını hissedebiliyoruz. Veteriner bir doz iğnenin hafif geldiğini düşünüyor. İkinci uyuşturucu iğneyi atmaya karar veriyor. Bu kritik bir karar çünkü hayvanın önemli bir sağlık sorunu varsa bir an önce müdahale etmek gerekiyor. Atılan bir doz iğneyle uyumadığı gibi, bu onu daha da öfkeli hale getiriyor. Tellerden kurtulabilmek için daha da büyük bir çaba sarf ediyor. Ancak bu çaba onun daha fazla yaralanmasından başka hiçbir işe yaramıyor. Muhtemel geceden beri burada olduğu için karnından sıkıştıran tellerin bıçak gibi kesip hayvanda iç kanamaya da neden olmuş olabileceğini düşünüyoruz. Veterinerde bunun kuvvetli bir ihtimal olduğunu söylüyor. Bu nedenle ikinci iğnenin atılmasına karar veriyoruz. Aksi takdirde durum daha da vahim bir hal alacak. Veteriner tekrar yaklaşarak ucunda uyuşturucu iğne olan tabancayı ayıya doğrultup atıyor. Bir kaç dakika sonra dev cüsseli hayvan uykuya dalıyor. Yine de yavaş adımlarla temkinli bir şekilde yanına gidiyoruz. Elimizdeki penselerle telleri kesip tekrar uzaklaşıyoruz. Yaklaşık yarım saat hayvanın uyanıp kalkıp yeniden ait olduğu ormana dönmesini dört gözle bekliyoruz ancak nafile zavallı hayvan uyanmıyor. Veterinerle beraber yeniden yanına gidiyoruz. Veteriner nefes almadığını söylüyor. Bir takım aletlerle uzun bir süre çaba sarf ediyor. Orman görevlileri, polisler, muhtar, vatandaşlar, herkeste bir sessizlik derin bir üzüntü. Veteriner hayvanı uyandırmak için çabalıyor ancak nafile. Zavallı ayı ölüyor. Karnında derin bir kanama ve tellerden kaynaklı kesi yaraları var. Hepimizde bir moral bozukluğu. İçimizde derin bir acı. Kimisi belki de yavruları vardır diyor. Kimimiz belki de çok açtı zavallı hayvan diyor. Orman görevlileri tarafından alınan hayvan bir kamyonete yüklenerek gömülmek üzere Kastamonu Doğa ve milli parkları koruma müdürlüğüne gönderiliyor. Bizde boş olan arazide telleri çekeni bulabilmek için aylarca sürecek bir çalışmaya başlıyoruz. Ancak ne zavallı ayıyı ne de acı içindeki bağırışlarını unutamıyoruz.
Mehmet Nurettin Üstün
(Polis Hikâyeleri kitabından)
Yazar: Polet
1 MAYIS VE MERSİN MİTİN...1 MAYIS VE MERSİN MİTİNG
Bu yıl ülkemizin genelinde başta büyük şehirleri olmak zere birçok il ve ilçelerde 1 Mayıs miting ve kutlamaları yapıldı. Bu yıl ki 1 Mayıs kutlamaları, bazı yerlerde baskı, engelleme ve şiddet uygulamalarına rağmen kitlesel olarak kutlandı.
Bu yıl ki 1 Mayıs kutlamaları, bazı yerlerde baskı, engelleme ve şiddete rağmen kitlesel olarak kutlandı.
1 Mayıs işçilerin mücadele günüdür.
Burada şunu vurgulamak isterim; daha önce Mersin'de yapılan CHP mitinginde, Kılıçdaroğlu eylem yapma konusunda şunları söylemişti;
"AKP iktidarı bir provakasyon peşinde. İstiyorlar ki eylem yapıp sokaklara çekmek istiyorlar. Ama biz bu oyunlara gelmeyeceğiz. Mersin'den çağrı yapıyorum, kimse sokaklara çıkmasın" şeklinde ifade etmişti.
Genel başkan Özgür Özel olduktan sonra eylemsizlik kararı yerine, üzülme, baskıya ve hukuksuzluğa karşı her yerde eylem ve mitingler yapma kararı alındı.
İmamoğlu'nu diplomasını iptal ettirmesi ve tutuklamasının arkasından Saraçhane'de yüz binlerin altı gün boyunca yasaklara ve polisiye önlemlere karşın yapılan gece mitingleri ve miting, gösterilerin yurt sathına yayılmasıyla ülkenin siyasi iklimi değişti. Bu eylemlilik çeşitli miting ve eylemlerle devam ediyor.
1 Mayıs emek mücadelesinin tarihsel belleği ve dayanışmanın simgesidir.
Mersin Emek ve Demokrasi Platformu'nun öncülüğünde gerçekleşen 1 Mayıs Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü
kutlamaları bu yıl on binleri buldu.
Mitinge başta DİSK, KESK ve işçi sendikaları olmak üzere bir çok siyasi parti, demokratik kitle örgütleri katıldı.
Tertip komitesi adına eğitim sen başkanı Mahmut Sümbül, toplu iş sözleşmeleri sürecinde kamu işçilerinin açlığa mahkûm edilmesini kabul etmediklerini vurgulayarak, bu sürecin her aşamasının takipçisi olacaklarını belirtti.
Emeklilerin ise yoksulluğun bile altındaki bir yaşama zorlandığını ifade eden Sümbül, "İnsanca yaşanacak bir aylık için
mücadelemizi büyüteceğiz" dedi.
Eğitim-Sen Kadın Sekreteri Nermin Karasu ise konuşmasında kadınların görünmeyen emeğini, haklarını ve özgürlüklerini
hatırlattı. Karasu, "Kaç çocuk doğuracağıma ben karar veririm diyen kadınlar burada. Kayıt dışı ve güvencesiz işlerde düşük ücretlerle çalışmayı reddeden kadınlar burada," sözleriyle kadınların mücadele kararlılığını vurguladı.
Filistin, Rojava, Ukrayna gibi bölgelerde süren savaşlara da
değinilen konuşmada, mazlum halkların yanında oldukları ve sivil katliamlara karşı sessiz kalmayacakları vurgulandı.
"Emeğin birliği, halkların kardeşliği, kadınların özgürlüğü ve barış dolu bir gelecek için mücadeleyi büyütmeye kararlıyız. Bilimden, eşitlikten, özgürlükten yana bir dünya mümkündür. Umut biziz" şeklinde ifade etti.
Bilindiği gibi, Türkiye'de 1 Mayıs, özellikle 1977 Taksim 1 Mayıs Olayları ile hafızalara kazınmıştır.
Sözde kimliği belirsiz kişiler tarafından kalabalığa ateş açıldı. 34 kişi hayatını kaybetti, yüzlerce kişi yaralandı. Bu olay, Türkiye tarihine "Kanlı 1 Mayıs" olarak geçti.
Son olarak da 1 Mayıs katliamı ile ilgili yazdığım şiiri sunuyorum.
1 MAYIS TAKSİM
Nasıl unutulur
Bin dokuz yüz yetmiş yedi
Aylardan mayıs
Günlerden mayısın biriydi
İşçisi
Emekçisi
El ele kol kola
Başlarda baretleri
Alınlarda
Boncuk boncuk alın teri
Yüz binlerle
Taksim'de alanlara inildi
**
Şöyle bir bakındım
Güle oynaya
Davullar zurnalarla
Yürüyorlardı
Yüz binlerle akın akın
Ellerde flamalar
Dillerinde marşları
Bir ağızdan
Haykırıyorlardı
''Akın var akın
Güneşe akın
Güneşin zaptı yakın''
***
Her nedense
Senaryolar yazıldı
Planlar
Krokiler çizildi
Aktörler figüranlar
Birer birer belirlendi
Belli ki
Oyun sahnelenecekti
Yönetmenler
Sahne dedi
Oyun Taksim'de
Öyle sinsice sergilendi
****
Ferman verilmişti
Kusursuz yerine getirildi
Otuz yedi can
Otuz yedi
Savunmasız insan
Öyle sorgusuz sualsiz
Üst üste
Yerlere serildi
Böylece
Otuz yedi işçi
Otuz yedi emekçi
''Faili meçhullere'' eklendi
Muzaffer KALABA
Yazar: öğretmen
En Çok Okunanlar
Yeni Üyeler
- PelikanO6
- isocey
- Arzum
- SiirDiyari61
- Dilara58
Kapat/(ESC)
Rastgele Şiir