Şiir Defteri

(kuşun gözyaşları) Bölüm 2: Çocuğun Seslenişi 1993

Yazan: orta_bey
22.03.2006 / 18:10
1729 kez görüntülendi
0 yorum yapıldı
Sabah saat 7:20 civarıydı. George Claus ve oğlu Aziz birlikte kanepenin üzerinde uyuya kalmışlar. Önlerindeki cam masanın üzerindeki kül tablasının içinde onlarca sigara sönüğü ve tepeyi andıran toplu küller var. Her kış yaptığı gibi sıcak ve sağlıklı kalmak için bir fincan viski içmişti George Claus. Fincanın yarısını içmişti, fincanı cam masanın üzerine koyarken kucağında uyuyan Aziz' i uyandırmamak için sadece kolunu uzattı ve fincan devrildi. Devrilmesiyle birlikte sesinden irkilen Aziz gözlerini aralayıp: - Ne oluyor? George Aziz' in saçını okşayarak: - Bir şey yok oğlum. Uyu sen. Aziz derin bir uykuya daldı. Fincandaki viski bütün camı kapladı. 7:20 olduğuna güneş tamamen doğdu ve cama yansıdı Camdaki viski güneş ışınlarını alınca görkemli bir renk cümbüşü ortaya çıktı. George Claus uyandı ve renleri gördü ama cam masayı silecek ya da renkleri izleyecek vakti yoktu. Aziz' i alıp Nermin' in ameliyat olduğu Hamburg'daki Heidberg Krankenhaus Hastahanesi' ne gitmesi lazım. Aziz' i sessizce uyandırdı ve Aziz' in odasına gidip yeni kıyafetler giydirdi. George Claus, Aziz' e yüzünü yıkamasını ardından da annesinin yanına gideceklerini söyledi. Çocuk o sabah eskisi gibi çenesi düşmiyordu. Annesinin hasta olduğunu anladı ve annene gideceğiz lafında da bir tebessüm etmişti. George Claus oğluna montunu giydirdi. Kapıyı açıp dışarı çıkarken askıdaki mantunu alıp kapıyı kilitlemeden kapattı. Merdivenlerden koşar adımlarla iniyordu, kollarında arasında Aziz uyukluyordu. Dış kapıyı kapattıp bahçe kapısına doğru yaklaşınca polisleri gördü. İçinden; "Acaba ne işleri var burada?" diyerekrek kapıyı açtı. Dünkü iri yapılı, zenci, büyük siyah gözlüklü ve saçsız polis bahçe kapısında duran George' nin yanına gitti. George etrafta polislere ve iki devriye aracına baktı. Polis söze girdi: - Günaydın efendim. - Günaydın. - Sizi eşinizin yanına oğlunuzuda kirece götürmek için geldik. - Teşekkürederim ama kendim gidebilirim. - Biz özürdilemek istemiştik. Dün sorgusuz ve sualsiz davdığım için... - Beni hastahaneye götüreceksin. - Evet. - Ama oğlum benimle gelecek. Annesini görmek istiyor. - Peki efendim. Polis aracının kapısını açarak buyur işareti yaptı ve George arabaya bindi.Bir kaç metre ilerledikten sonra zenci polis arkasına dönerek: - Karınız hakkında bazı bilgiler bulduk. - Ne gibi? - Kaza anı hakkında görgü tanıkları bilgi verdi efendim. - Evet. - Eşiniz kaygan virajı dönerken hızını kesememiş ve zincirsiz tekelerklere firen sıkınca araba buz pistinde kayar gibi ilerlemiş. Virajı dönerken direksiyonu kırmış ve kendi etrafında beş - altı tur dönmüş. Son döndüğünde arka sol tekerleği 0nbeş santimlik buz kütlesine çarpıp takla atmış. Karınız sürüklenerek ters dönen araçtan çıkmış. İki genç karınızı sürükleip arabadan uzaklaştırmış. Eğer uzaklaştırmasalardı karınız öölecekti. Araba havaya uçmuş ve iki - üç dakika sonra ambulans gelip karınızı hastahaneye götürmüş. Gerisi zten siz biliyorsunuz. - Teşekkürederim. - Görevimiz efendim. Eee! Bu arda benim adım; Manfred. - Benim adımda... - George Claus Bachman - Evet. Aziz' i yanındaki iki kişilik boş koltuğa yatırdı ve başını dizene yasladı. George Claus fazla geçmeden kafasını pencereye dayadı ve karlara bürünmüş ağaçlara, dağlara bakarken uyuya kaldı. Rüyasında karısını görüyordu. Kaza anın nasıl olduğunu, karısının nasıl yaralandığını, çığlık attığını sanki yavaşlatılmış film gibi görüyordu. Araba sardıldıkça kafası pencereye çarpıyordu. Bazen o kadar şiddetleniyordu ki sanki cam çatlayacak. Bu sesi polis duyunca arkasına baktı ve George uyuduğu için müdahale etmedi. Arabayı süren polis: - Cam kırılacak adamı uyandırsana! - Bir şey olmaz. Belli adam geç yatmış. George Claus aniden sarsıntıyla birlikte şiddetli bir titremeye, gözlerinden kan akmaya başladı. Öndeki polisler görmüyordu. Yerinde daha şiddetli titremeye başladı. Gözlerindeki kan topak topak akmaya başladı ve gözleri açıktı. Ağızından küçük küçük köpükler çıkmaya başlamıştı ama giderek köpükler ağızından daha çok çıkmaya başladı. George ses çıkartmaya başladı, Manfred ve yanındaki polis sesleri duyuyodu ama arkalarına bakmıyorlardı. George: - Aaaaaaa! Nermin! Nermin! Geliyorum!... Manfred arkasını dönmeden: - Bay George iyi misiniz? George' den onbeş - yirmi saniye ses çıkmadı. Sonra kalın bir çığlık attı. Okadar kalındı ki arabayı süren polis hakimiyetini kaybetti, Manfred irkilmekten elindeki dosyaları düşürdü. Çığlıklar devam ediyordu. Aziz birden ayağa kalktı. Oda ağlayarak: - Baba! Baba! Baba! Polis arabayı kenara çekti ve Manfred arabadan indi. George' nin yüzü kıp kırmızı olmaya başladı, titremeler ve çığlıklar devam ediyordu. Arabayı kullanan polis Aziz' i kollarına aldı. Manfred George' yi koltuğa tamamen yatırdı ve kareli siyah göleğinin dümelerini tamamen açtı. Arabanın bütün kapılarını ve pencerelerini açtı. Çünkü George bir fırın gibi yanıyordu. Hemen ambulansı aradı. Ambulans son hızla oto yola gitti. George' ye ilk tedaviyi yaptılar ve polis aracı önde ambulans arkada son sürat hastahanenin yolunu tuttular. Aziz yol boyunca ağladı. Hastahaneye geldiklerinde George' yi acile aldılar ve teşhisi koyup ameliyathaneye aldılar. Aziz Manfred' in yanında kaldı. Manfred doktor kapısının yanında Aziz' i susturmaya çalıiıyordu ama ne yapacağını bilmiyordu. Çocukkendiliğinden sustu yanındaki plastik, soğuk sandalyeye oturdu. Manfred dizlerinin üzerine çökerek Aziz' in elini tuttu: - Kahvaltı yaptın mı evlat? Aziz masum ve ince sesle: - Hayır! Manfred ayağa kalktı elini uzattı ve kafasını oynatarak: - Hadi kahvaltı yapmaya gidelim. Kahvaltı yaptıktan sonra anneni ve babanı görmeye getireceğim. - Tamam Aziz, Manfred' in iri zenci ellerini tutarak kafeteryaya yürümeye başladı. Manfred çocuğun elini tutmak için sola doğru biraz büküldü. Bu durumdan rahatsız oluyordu ama çocuğun elinin bırakmamasını istiyordu. Manfred, Aziz' in istediklerini aldı, Manfred sadece büyük bir fincan sütsüz koyu kahve aldı. Elinde de gazete. Aklından bu sabah yaşadıklarını geçiriyordu. Gözünü kafeteryanın giriş kapısına çevirdiğinde ortağı ona gel işareti yapıyordu. Manfred, Aziz' e: - Sen burada hamburgerini ve patatesini bitir ben hemen geliyorum. - Ben doydum. - Tamam o zaman sen burada beni bekle ben hemen geleceğim. - Bende geleceğim seninle. - Ama ben hemen geleceğim. - Bende geleceğim! - Tamam tamam... ama yanımdan ayrılmak yok. - Tamam. Ayrılmam. İkisi ayağa kalktı ve Aziz, Manfred' in elini sıkı sıkı tuttu. Ortağının yanına gitti. Ortağı çacuğu kafısıla işaret ederek: - Neden getirdin çocuğu? - Gelmek istedi. - Tamam. - Evet söyle, ne var? - Şey çocuğun babası hakkında. Manfred eğilerek çocuğa: - Sen kafeteryaya git istediğini al ben hemen geliyorum. - Tamam. Ayağa kalktı ve ortağına dönerek: - Sorun ne? - George Claus Bachman' ın başında timör varmış. Timör sarsıntıda patlayarak gözlerini ve beynindeki hücreleri hasar görmüş. Kırize girerek tüm vücudunu kasmış ve bğazındaki damarlar çatlayarak iç kanamaya yol açmış. Şuan... George... Bitkisel hayatta. - Olamaz! Eee... Çocuk ne olacak? - Bilmiyorum... Bu sırada Aziz kafeteryaya gideceğim diye annesinin odasına gitti ama nerede olduğunu bilmiyordu. Bir hemşireye: - Annemin uyuduğu odayı biliyor musun? Hemşire eğilerek: - Bilmiyorum tatlım. Annenin adı ne? - Nermin. - Soyadınıbiliyor musun canım? - Hayır. - Peki sen soyadınıbiliyor musun? - Evet. Bachman... - Gel canım seni annenin yanına götüreyim. Resepsiyona doğru yürüdüler. Hemşire resepsiyondaki hemşireye: - Nermin Bachman kaç numaralı odada? - 342 Hemşire, Aziz' i elinden tutup annesinin yanına gitti. Oda kapısında Aziz' e: - Tek başına mı geldin sen? - Hayır. Polislerle ve babamla geldim. - Poliser nerede? - Kafeteryada. - Tamam. Sen hadi annenin yanına git ama anneni fazla yorma. Hadi! - Getirdiğiniz için teşekkürederim. - Oy! Canım! Ben teşekkürederim. Aziz annesinin yanına koştu. Nermi uyanıktı ama başı alçıda ve sabit bir yere tutturulduğu için görremiyordu. Konuşöak istese; yüzndeki yaralar ve dudağındaki dikişler açılacak. Gözlerini bile kırpmakta zorluk çekiyordu. Sadece Aziz' in odaya girdiğini anlayınca George' yi merak etti. Aziz annesinin elini tuttu ve yüzünü dayayarak kısa bir süre içinde uyuya kaldı. Manfred çıldırmıştı. Aziz' i kaybemişti ve hiç bir yerde yoktu. Aklına Nermin geldi. Aziz' inde orada olabileceğini düşünüyordu. Odaya gittiğinde Aziz annesinin elini tutmuş uyuyordu. Sessiz ve yavaşça Aziz' in yanına geldi. Nermin' e sus işereti yaparak Aziz' i yavaşça ve yumuşakça kollarının arasına aldı. Nermin' e hafif bir sesle: - Ben çacuğu yatırıp geliyorum. Nemin cevap olarak gözlerini kırptı. Manfred kollarının arasında uyuyan çocukla hemşire odasına gidiyor. Manfred alinde küçük çocukla ve iri cüssesiyle iyi bir adama, masum, mutlu, zararsız insana benziyor. Hemşire odasına girdiğinde ağır bir duman etrafı kaplamıştı. Kendisi de içmesine rağmen bu ağır kokuya dayanamadı ve hemşireleri çağırarak dışarı çıktı. Manfred hemşirelere: - Bu çocuğa bakabilir misiniz? Bir hemşire atıldı: - Benim zaten iki çocuğum var. Ben bakamam. Manfred sinirlenerek: - Öyle değil hemşire hanım... Şimdilik, bir kaç dakikalığına. ağızında sigarayla bir hemşire: - Ben bakarım. - Olmaz. Sigara içimeyen biri baksın. Sarı saçlı ve dolgun vücüdlu hemşire: - Ben bakarım bu tatlı çocuğa. - Sigara içiyor musun? - Hayır içimiyorum. Onu zaten boş hasta odasına yatırırım. - Tamam. İşim bittiğinde hemen gelirim. Oda numarası kaç? - Şey bilmiyorum. Resepsiyondan öğreneceğim. Numarayı öğrendiğimde... - Ben 342 numaralı odadayım. Bu ufaklığın annesinin yanında. - Tamam. - Ha! Bir dakika. Çocuk uyuduktan sonra yanıma gelince kapıyı kilitle. Birde çocuğu aramakla uğraşmayım. Zaten daha demin kaybettim. - Tamam... Manfred ağır adımlarla ve başı önce 342 numaralı odanın yolunu tuttu.Konuşmasının sonunu görmek istemiyordu. Aklına takılan aslında Aziz' di. Aziz Şimdi ne yapacaktı. Acaba başka akrabası var mı? Manfred için olaylar birden bire değişti. Kirecin önünde bir çocuk bulupta, o çocuğun aile dramında kendisini ilgilendirmeyen bu önemli rolde oynayacağı aklının ucundan bile geçmezdi. Düşündükçe hem gülüyor hemde ağlıyordu içinden. Bu durum Manfred fazla gelmişti. Bu acı ve şaitlik fazlaydı. Özür dilemek için George' yi hastahaneye götürürken "Bunlar olur mu?" diye sordu mu kendine? Sanmıyorum. Manfred o kadar ciddi ve huysuz bir adamdı ki... O kimseyle konuşmaz, kimsede onla. Bunun gibi klasik roman kişiliği vardı ama sonunda yumuşak kalpli korkunç dev oluverirler. Manfred' in hikayeside başka bir acı. Şimdi bu önemli rolünde son bir kez gösteri yapmak ve çürümüş tahta sahneye bir daha adımını atmak istemiyordu. Cesaretini odanın kapısnın önünde topluyordu. Uzaktan göresler gülecekler. Bunun gibi dev bir adam yatakta kıpırtısız yatan bir kadından nasıl korkar. İşte, Manfred korkunun sadece fizikten gelmediğini öğrendi bu otuz yıllık hayatında. Bacakları titreme aşamasındaydı, dizleri pıt pıt çekliyordu, diz kapakları oynuyordu, o kadar çok terlediki göremiyordu, kokudan elini nereye koyucağını şaşarırdı ve sürekli yakalarını tututp savurtturuyordu, etrafa deli danalar gibi bakıp iri kara dudaklarını büzüttürü of-luyordu. Elini kapıya dayadı ve yaslandı. Gözlerini kapattı ve hiç bir şey düşünmemeye karar verdi. Aniden kapıyı açtı ve içeri girdi. Karşısında dünyada gördüğü en kötü portre kanından, canından yapılıyor ve onu sandalyeye kelepçelerle bağlanmış bir vaziyette zorla izliyordu. Kaçacak, kurtulacak umut ve çaba sarfedemiyordu, bütün gücü tükenmiş kuzu gibi... Kapıyı kapatıp içeri girdi ve iki büyük adım attı. Kafasını leri doğru kaldırarak: - Bayan benim. Polis... Nermin onu duydu ve gözlerini sol tarafa çevirdi. Manfred bir adımdaha attı. Aralarında iki adımlık bir yer kaldı ama Manfred ne kadar uzakta durursam kardır düşüncesi içindeydi. Elinde tuttuğu canından sonra en çok sevdiği üniformasının şapkasının yerinde olmak istemezdim. Susyunu çıkartısıya sıkıyor, buruşturuyor ve yeniden açıp geriyordu. Lafa nasıl başlayacağından emin gibi gözüküyordu ama dudakları ona ihanet ederek kekelemeye başladı: - Şşşşeeeyy. Eeefffendiim. Bebeben şşeey için geldim. Bu sözcüklerinden sonra derin bir "Off!" çekti. Sessiz bir şekilde kendisiyle konuşarak moral vermeye çalışıyor. İçinden: "Tamam. Cümlemi tekrardan alacağım. Bir iki üç: Bayan ben buraya eşiniz George Claus Bachman için geldim. Çok üzgünüm ama eşiniz kıriz geçirerek fenalaştı ve ameliyata alındı. Ameliyattan sonra doktorun vermiş olduğu bilgide; eşinizin beyninde tümör olduğu ve bir darbe sonucunda tümor patlayarak, eşinizin beynine hasar verdi. Ne yazık ki tim uğraşlara rağmen eşiniz George Claus Bachman bitkisel hayata mahkum oldu... Evet Manfred hadi oğlum. Bunları söyleyip hemen çıkacaksın.Derin nefes aldı. Evet işte böyle. Bir iki üç..." Manfred şansını birdaha deniyor ve: - Bayan ben buraya eşiniz George Claus Bachman için geldim. Çok üzgünüm ama eşiniz kıriz geçirerek fenalaştı ve ameliyata alındı. Ameliyattan sonra doktorun vermiş olduğu bilgide; eşinizin beyninde tümör olduğu ve bir darbe sonucunda tümor patlayarak, eşinizin beynine hasar verdi. Ne yazık ki tim uğraşlara rağmen eşiniz George Claus Bachman bitkisel hayata mahkum oldu... Çok üzgünüm geçmiş olsun efendim. Manfred üç adım atmış olduğu yeri bir adımda hızlıca aşıyor ve kapıyı açarak yavaşça kapatıyordu. Nermin ne olduğunu ve neye uğradını şaşarırdı. Dünyası alt üst oldu. Bu duygularını sözlerle ifade edmiyordu. Çığlık atıp bağırmak istiyor ama onu bağlı olduğu yatak izin vermiyor. Yatakta kıpırdamaya başlıyor. Hem canı acıyor hemde kıpırdıyor. Düşüncesi tamamen yok oldu. Manfred' de kapının önünde dizlerinin üzerine çökerek başını tutuyordu. Tanımadığı insalar iin üzülüyor ve gözyaşı göküyordu. Beton gibi sıktığı sağ elini ağızına kötürürek kopartacısına ısırıyordu. Kafasını eğdiği zaman iri gözlükleri düştü. Manfred bu acılar içinde bir hayli kilo vermişti. Yerdeki gözlüğünü alarak avuçlarında parçaladı. Yüksek sesle: - Artık insanlardan saklanmama gerek yok. Aziz uykusunda kabus görmeye başladı. Bu minik benden ve pembe hayallerinde kabusşarı başladı. Gök yüzü gece mavisyle çevriliydi, beyaz kalın sisler vardı, baktığı zaman sislere ışık değiyor ve beyaz sisler maviye dönüşüyordu. Uzakta bir tepe gördü. Tepeye koşarak yaklaştı. Merak ediyordu tepede kimin olduğunu. İyicene yaklaştı. Evet bu bir adamdı ama kim? İçinden gelerek: "Baba!" dedi. Başının sağ tarafında kocaman delik olan adam arkasına döndü. Evet o! Babasıydı. Üç adım attı ve babası azgın kara kun dalgalarında boğuldu. Aziz arkasından koştu. Tam düşecekken durdu. Aşağıya baktı: "Baba! Baba! Beni bırakma!" diyerek bağırdı. Kara kumlarda kabarıklık oluştu. Neredeyse bütün kumlar toplandı ve büyük bir gürültüyle çarşafa bürünmüş insan şeklinde gök yüzüne doğru yol aldı. Kumların arasından George' nin sesi gelsi: "Aziz!"... Aziz "Baba!" sesiyle uyandı. O kadar çok bağırdıki nereneyse bütün hemşireler ve doktorlar toplandı. Manfred koşarak Aziz' in yanına gitti. Odaya girer girmez Aziz' e sarıldı ve ayağa kalkıp hastahaneden çıktı. Oradaki kalabalık hiç bir şey diyemedi. Zaten Manfred' di gördükten sonra ve çocuğun çığlık atmasıyla birlikte ne olduğunu anlamadılar. Hastahaneden çıktıklarında ferahladılar. Derin bir nefes aldılar. Sanki sıcak ortamdam soğuk rüzgarlı yakmayan güneşi olan bir diyara geldiler. Manfred ortağını hastahanede bıraktı ve Aziz' le polis mekezin yolunu tuttular.
Kapat/(ESC)
Yorum Düzenleme

Yeni Üyeler

  • mhrmkaya
  • VEJETARYEN1978
  • Serdar150
  • yunuskivanc
  • Adıyaman
Kapat/(ESC)
Tavsiye
Adınız:
Sizin eposta adresiniz:
Alıcının eposta adresi:
Mesajınız:
Doğrulama Kodu:
captcha refresh
Kapat/(ESC)
İletişim
Adınız:
Eposta adresiniz:
Mesajınız:
Doğrulama Kodu:
captcha refresh
Kapat/(ESC)
Rastgele Şiir