Şiir Defteri

Sabah Taksideydin ve Dünyaya Kapalıydı Sesin!

Yazan: Nursel_Turkemis
08.07.2006 / 00:08
963 kez görüntülendi
0 yorum yapıldı
"Aslında baharda tanışmamış olsalardı bu aşk daha başka olurdu" Tenine ulaşmaktan vazgeçip kalbine ulaşmak için günlerce uğraştıktan sonra. Sabah taksideydin ve dünyaya kapalıydı sesin! Düşüncemde yarına ve düne, ruhumda yırtılan sevgiye, ayrılamadığım o eşsiz sevgilime; bütün aşklarımda, o en büyük aşkıma; yalızlığıma dair ne varsa yakın bir şehirde kalabalıklarla boğuşup uslandı. Her boğuşmada tozuyla, toprağıyla bir santim daha ömrüme aktı hayatın erozyonu. Sahipsiz bir mevsimin titrediği duygu; duyduğu sığınaksız irkilme ile gelip oturdu bomboş ellerime. Bir gün anımsar mısın, kaldırımlardaydık? Sen üşümeyi içiyordun, soğumuş tavşan kanından demini, gözlerinin içinde geçilemeyen aynalardan ıslak bakışlarla geçiriyordun. Ben zamanın beton yağmurlarından, doluların çarpıp bir boşluğa kırılmalarından sana sarılarak korunmayı deniyordum. Kan en baştan akmış, beton sıkıntısından hırsını parçalamıştı. Ben kaldırımdaki sıkıntı parçalarını (belki de ömrümün acıtılmış yanlarını) seyretmeye çalışırken, kederim (belki de sevincim) yeniden dağılmıştı. Kucaklayıp okşamıştın mazimi. Aklımdaki ağırlık, varlığının dokunuşuyla buharlanıp uçmuştu ıstırabımdan. Dolular hiç olmamıştı; boşluğa çarparak kırılan, zamanın beton yağmurları akrep ve yelkovanı boşa yoruyordu!... Her şey bir kucaklanmanın hafifliğiyle yüzleşip kendine dönmüştü. Erginliğin tazeliğiyle yeni bir kucaklama; sevginin yıldız kıpırtılarını duyurmuştu, eğilip su yudumuna ,susuz yüzümün duruluğuna. Kıyısız bir enginde parlar gibi büyüyen bir buluşmanın mutluluğu büyülemişti ikimizi. Üzüntüleri, çaresizlikleri daraltıp, ufku genişlettik göğsümüzde. Bulut kamçılanmışçasına dörtnala yeryüzüne sürünüyordu. Buz duvarlarında yangın çıkaran, hüznü kaplayan sis ağıllarında işkencelerin tarifsizliği, lacivert uykusundan gün ışığına çıktı. Beton parçalandı, üşümek geçti, işkence akrep ve yelkovanla dinlendi. Bir gün anımsar mısın kaldırımlardan sokak çocuklarına çıkmıştık? Adressiz hayatlara dalıp evimizi özlemeyi tekrar edecektik.Tiner kokularıyla yeşeremeyen fidanlara, koca koca çam ağaçlarının kifayetsiz yıkılışları arasında yas tuttuk. Bir hayal atına bindiğimizi sanıyorduk, nereye gittiğini anımsamayan bir rüzgar kentine ! Yol boyu neon yanılgısının kadınları şafak görüntüsüyle bastığı bir geceydi. Baş aşağı sallandırılmış tarih, susturucu kullanılarak durdurulmuştu. En derin tüneline yürüyorduk biz bu kentin, biz bu kentin en kapalı mazgallarına iniyorduk. Duruşumuzda aydınlık arayan fidanların mezar durgunluğu, soluklanıp soluklanıp geldikçe göz göze, yağmurların neden çıldırmışçasına yağdığını da anlıyorduk bu kendi ağrılarına yabancı şehirde... "artık baharla tanışmışlardı" Vahşice savrulmuş yeleleri, şehvet kasları gerilmiş, aşk yapan kasık damarları açılmış sevişmelerle, terimiz yettiğince arı bir çiftleşmeye yıkanıyorduk. Adımlarımızı Arnavut taşları örseliyordu yol yatağında, eksik aileler sokağında çömelip, bir kimsesiz çocuğun saçlarına sıcaklığın derin anlamlarını değdiriyorduk. Köy odaları esrarla sarılmış, sedirleri kirli işler için sıralanmış bir şehrin taksimiydi burası. "Şarkılar seni söyler, dillerde nağme adın". Ne kadını kalmış, ne nağmesi ne de çocukları, tuz ruhunun ırzına geçilmiş bu şehirde. Bir gün anımsar mısın kaldırımların suskunluğuna dalmıştık? Ben bir martının ölümüne eğilip gökten sana bir avuç tuz çıkardım, sen gençliğinden hiç böyle bir deniz, böyle bir okyanus geçmemişçesine geçmişine ağlıyordun! Tutup gençliğimi bastın yaşlılığına, ayarını yitirmiş bir saatin yorgun kulvarlarında daralıyordun; aşkın geç kavuşmalarına bizi tarif ediyordun, çoğalıyordum. Çoğalıyordun betonlar utanıyordu, üşümek tutuşmuştu. Şehir, akrep ve yelkovana sokak çocukları sunuyordu! Her şey bir avuç tuzla yaşlılığın çizgilerine ovuşturulmuştu. O sahipsiz mevsim çok geçmeden sahibini bulmuştu. Ellerin ellerime oturmuş boşluğun yerini doldurmuştu. Beton çürüdü, üşümek uyudu, rüzgar kenti korumayı tuttu vicdanına. Artık buğulanmış durak yansımalarında, güneşin insan içinden geçip yoluna devam ettiği gölgelerde dışarıyı keşfetmeyi sevemiyorum. Ahh bilmiyorsun, bilmiyorsun sevgilim ! Bir meydan yağmurunun meydansız dayağından, tabiatın asil yenilenişini gözyaşları içinde içiyorum. Boş kadehlerde kızıl hüzzam lekeleri, namusa yerleştirilmiş, sivriltilmiş Tarlabaşı utancı; bir Hindistan veremliliği eşliğinde, ekşi ekşi seğiriyor yüreğimde. Artık yalnızca anaya, avrada, bacıya edilen küfürlerin karşı yakasındayım! Bir tek kendilerine küfretmeyi öneriyorum kendini bilmez dillere! Olacaklardan elbette sorumlu değilim… Durup durup doğru cevabı alamamış gibi insanları soruyorum tanrıya "bunların siluetleri var asılları nerede" diye. Tanrı diyor ki; "çıkartamazsın!.. onlar ürkütülmüş, çıkarla örtülmüş içlerinde; patlamaya hazır lavların cehennemlerine ilerlemekte”. "Ahhh sevgili ruhumun çelimsiz yordamıyla ben bir tek senin ruhunun cennetini bulabiliyorum" demiştin. Dediğin gibi; bende, sen de öylesin sevgilim... Bilmem anımsar mısın mutfakta duran şekeri atılmış, fakat bir türlü karıştırılamamış ince bellideki çayı ve arka fonda kayıp giden bir aşka çağlayan Marmara'nın şarkısını? Birlikte anlamıştık; seni sakallarının, beni bakışlarımın tanrıların bilinmez ayinlerine kapattıklarını. En uzak yakınlığımızda devrilişimizin yan yana isabet edişindeki bütünlüğü; göğün tavanına resimleyerek, dingin bir tebessümle kavramıştık. Sır ülkelerine, yalın ayak acılarla hayatın anlamsız tarafından sıyrılarak, mananın ovalarında çadırlar kurarak varmıştık. Şimdi öyle sert bakıyor ki her şey gözlerime, sanki hatırlatmanın önemi yok der gibi. Yaşandı ve bittilere itiraz edişimi dışlar gibi. Ama hala o mutfakta duruyor o ince belli bardak, demlenmeyi bekleyen o sevmediğin çay ve yine biliyorum orada o arka fonda bize şarkılar güfteliyor Akdeniz’e uzanarak Marmara. Tarlabaşı karmakarışık yine; tenine ulaşmaktan vazgeçip kalbine ulaşmak için günlerce uğraştıktan sonra… Ben sabah taksideydim ve dünyaya kapalıydı sesim! İçimde küfürlü nakaratlar gibi karanlıklara çekilmiş bu şehir; bu sis, bu duman, bu kir! Şarkılar bir kadını söylemez, dillerde nağme değildir artık adı… Offf offf. İstiklal nereden bilirdi bir gün İstiklal olmadığını, göbeğinde mahremleri pazarlanmış olmasaydı. Ve ben nereden bilirdim, sen o sabah o takside olmasaydın ve dünyaya kapalı olmasaydı sesin; senin geçtiğin suskunluklarda kendinden bir tanıdık gibi çıkıp kendine bir yabancı gibi varmanın inanılmazlığını ! "Artık yitirilmiş bir bahardan dönmek için çok geç" Nursel Türkemiş
Kapat/(ESC)
Yorum Düzenleme

Yeni Üyeler

  • mhrmkaya
  • VEJETARYEN1978
  • Serdar150
  • yunuskivanc
  • Adıyaman
Kapat/(ESC)
Tavsiye
Adınız:
Sizin eposta adresiniz:
Alıcının eposta adresi:
Mesajınız:
Doğrulama Kodu:
captcha refresh
Kapat/(ESC)
İletişim
Adınız:
Eposta adresiniz:
Mesajınız:
Doğrulama Kodu:
captcha refresh
Kapat/(ESC)
Rastgele Şiir