Şiir Defteri

SON İLMEĞİ ÖRGÜNÜN ÖLÜM

Yazan: sanat_sanat
15.12.2005 / 22:20
887 kez görüntülendi
1 yorum yapıldı
Yüzündü ilk gördüğüm, ilk unutamadığım. Böylesine sevdiğim ilk, böylesi acıya karşın unutamadığım sonsun benim için. İlk gözgözeliğimiz. Bir odadaydık herkes vardı. Bir ortak duygunun şiirlere yansıtılışı olacaktı. Ve biz, senle ben ne kadar da uygunduk. Gözlerindeki ışığı farkettiğimde, kopamayacağımı da ne yazık ki o an tamamen anlamıştım. Öyle de oldu altı aydır panzehiri bulunamadı, hayatıma bıraktığın ağulu aşkın. Hep bakıyordun ya en sevecen halinle. Hayatım sende. İçimizdeki en derin sesle yalvarıyorduk. Aynı anda. Ne olur, Allahım O olsun, O olsun diyerek. İnanılmaz ama, hayat çok cömertti ikimize de. Senle ben oluyorduk. Günler bizim, buluşmalar bizim, konuşmalar bizim oluyordu. Yüzün ne iyiydi, yüzün ne cömertti, ellerin ne de cömertti. Yan yanaydık, öylesine yakın ki. Yüzlerimiz de yan yanaydı, yakındı. Kristal aynalarda, derin sonsuzluğu, kristal bir bilincin en saydam damarlarından beslenerek yaşıyorduk seninle. Sonra su eşlik ediyordu. Sonra bir fıskiye. Yorgun ikindilerdi. Seviyor, arzuluyor, yüceltiyorduk. Ne de iyiydik seninle. Yorgun yazların içinde. Kaçınmamız gerektiğini fark ettik sanki bir anda. Mutluluğu sorguladığımızın, mutluluktan korkuşumuzun, yaşanabilecek o en yüce anları, sıradanlıklara kurban edişimizin bir önemi kalmamıştı bizce. Mantığın o soğuk cehennemine düşmüştük. Bir hayali, bir dirilişi, bir yüreğin feryadını boğmaya çalışıyorduk. Nedenler, niçinler ortasında. Sorular, sorgular ortasında. Bu denli saflık, çocukluktu belki de bizi korkutan. Aşkımızdan tüm sorulabilecek sorulara yanıt vermesini şart koşuyorduk. Yaşayacaksa yanıtlamalıydı. Aşkımızın gözlerinde yaş, yüzünde acı bir tebessüm beliriyordu bize yanıt olarak. Ve ilk ayrılık, ilk yanış, ilk gidiş. Küçük bir dileğe yüklenmiş ölümsüz bir sevda ve reddediliş vardı. Görünmez bir yasa koymuştuk aramıza. Görmek yasak, görüşmek yasak. Olsak bir konuşmanın ortasında ikimiz, biri diğerinden “O” diye söz ediyordu artık. Normal yaşamımıza dönme çabaları adına, 1000 dereden su getiren bir çabalar sağnağında, yüzlerce şiir, yazı yazıyorduk. İçteki uzay boşluğunu sözcüklerle doldurma çabası…Sonuçsuz…Seviyorduk ama… Aslında…Sen var ya…Tamamlanamıyordu hiçbir tümce. Öyle ya; değseydi yüreğimiz birbirine, kopacak fırtınaların, tüm geçmişimizi, bağlarımızı, alışkanlıklarımızı, rahatımızı, huzurumuzu, mutluluğumuzu alıp götüreceğine inanmıştık. Bir girdaba kapılıp kurtulmanın imkanı yoktu zaten. Geriye kıyılarda söylenmiş sözler, avuntular, hasretler kalıyordu işte. Bir değişlimin eşiğinde oluşumuzu fark ediyor, ölümcül dönüşümün alıyorduk tüm sözcüklerini elinden. Merhaba saniyeler sonra elvedaya bırakıyordu yerini. Çok sonra anladığımızda sehpada ölüme terk ettiğimizi isteklerin ikimize ait olduğunu artık çok geçti. Sonrası yok…Dönüşü yok… Tam da burada ağlıyorduk artık. Olur olmaz her şeye. Yollar teselli etmiyordu. İniliyor bir ağacın altında ağlanıyor, duysun dağlar taşlar misali nehir gibi akıyordu gözyaşları. Dönüşsüzlük ihtimalinin gücü oranında her şey griye, kahverengine, siyaha dönüşüyordu. Dönebilseydik eğer. Dönemiyorduk. Lanetlenmişti kavuşmamız. Beddua almıştık belki de çok. Öyle sarsıcı, öyle eriticiydi ki bu süreç. Yanma denebilirdi adına. Hem de cehennem yanışı. Akıl yanılıyor, cenetten umudunu keserek cehenneme destan düzüyordu. Ne zaman ki umudun bittiğine inanıldı, cehennem sözcüğü dile geldi. Kural buydu zaten umudu olmayanların cenneti olamazdı. Sevgilim, benim senden başka umudum yok. Oysa yolların gitmemişi olan sen, umutlar avcısı sen, anlayamazsın benim sendeki son ben oluşumu. Düzlemeyeceğimi, iflah olamayacağımı, teselli bulamayacağımı anlayamazsın. Senin için bir yaşam boyu SEVGİ saklayacağım, bir gün bilinmeyen bir coğrafyada, yitik bir zamanda, hep dile getirilmeyi bekleyen bir sevgi olacak… Sen artık bunu bil. Ağlama deme bana, hiç olmazsa gözyaşlarımı rahat bırak. Negatif bir yok oluşun önüne geçme çabalarını fark ediyorum. Son söylediğim şey sevgi olsun istedim. Duy, bunu istedim. İçimde taşıdığım bomboş bir yürek olsa da. Sen gezen dolunay nasıl tutacağım seni? Bir yaşam boyu durabilir misin hep aynı yerde. Başkasınınken, dokunmaya kıyamadığım, ellerimden kıskandığım teninken, sırf yaşam yolcuğunda yalnız kalmamak için sen onu başkasına adamışken nasıl seveceğim seni? Seninle epeyce kadınlaşmış olsam bile, yüreğimde yaşatmayı asla başaramayacağım. Unutamayacağım da…Ölüsüne bile ulaşılamamış, kayıp bir ölüye ağlamak gibi olacak benimki. Hem korunaklı hem aşık olamayacağım. Ağlıyorum işte burada. İçimde korkunç bir boşluk. Yeryüzünde tüm güzel bakışların toplansalar telafi edemeyecekleri bir boşluk bu. Çünkü kimse sen değil. Sen ise yoksun. Ah, Sevgilim yokluğu, yok oluşu, boşluğu asla anlamayacaksın. Hep kahredici anaçlığınla, leş gibi hayata methiyeler düzüp duracaksın.
Düzenleme:16.12.2005 / 13:26

asude


16.12.2005 / 15:42
Dedim dilber sana yazılmış kanım Dedi niçin böyle edersin sultanım Dedim teşne vermiş ince miyanın Dedi ben sarıldım kol yarasıdır.{s:029}{s:029}{s:029}
Kapat/(ESC)
Yorum Düzenleme

Yeni Üyeler

  • mhrmkaya
  • VEJETARYEN1978
  • Serdar150
  • yunuskivanc
  • Adıyaman
Kapat/(ESC)
Tavsiye
Adınız:
Sizin eposta adresiniz:
Alıcının eposta adresi:
Mesajınız:
Doğrulama Kodu:
captcha refresh
Kapat/(ESC)
İletişim
Adınız:
Eposta adresiniz:
Mesajınız:
Doğrulama Kodu:
captcha refresh
Kapat/(ESC)
Rastgele Şiir