Şiir Defteri

BİN İKİNCİ GECE

Yazan: dekadan
03.01.2008 / 09:00
1313 kez görüntülendi
1 yorum yapıldı
BİN İKİNCİ GECE Karanlık sızıyor doğudan grubun üzerine doğru. Bir bir kapıların ardına gizleniyor güneşi selamlayan yüzler. Hancı, kadeh sunuyor yolculuklarına kara bir virgül koymuş gezginlere. Ağır ağır ilerleyen lacivert bulutlarda bir yorgunluk var bu akşamüstü. Göçmen kuşlar bir kanat daha çırpamıyor yakınlardaki bir tepeyi aşmak için. Şimdi akasyaların üzerinde bir yorgun dal arıyor gurbet kuşları, tıpkı kendileri gibi. Akasyalar… bir surun aşılmaz gölgesinde kök salmışlar. Tırmanıyorlar bir bir kesme taşlı duvarlardan. Parmak uçlarıyla yokluyorlar buz gibi soğuk taşları. Ama neden böyledir bu akasyalar? Her yıl gelen gurbet kuşları tanıyamıyorlar bu bir gecelik evlerini. Bir yıl önce bıraktıkları filizler kavranamayacak kadar kalınlaşmış. Şaşkın bu gurbet kuşunun tüylerini hafif bir gece meltemi hareketlendirdi. Ve bu meltem rezil bir koku yaydı akasyanın kuru dallarına. Bu surların tepesinden, akasyanın gövdesine çarpa çarpa, çığlık çığlığa yere düşen ve düşer düşmez sedası kesilen bir bedenin günler sonra yayılan acı kokusuydu. Akasya bir mezar taşı gibi başında dimdik ve mermere oyulmuş yazılarla dolu. Bu tenha sur dibinde bu bedenin ne işi vardı? Gurbet kuşu bu acayipliklerle kanat vurdu, son pencerenin son demirine kondu. İçeriden sızan ışık kuşun tüylerinde yeni bir renge büründü. Nöbetçi boşalan kum saatini bir kez daha altüst etti. Sedirlere yayılmış kafes arkasındaki cariyeler fısıldaştılar. ‘Binikinci gece’ diyorlardı. Binikinci Gece… Şehrazat moraran bilekleriyle ağır zincirlerini bir kez daha salladı. Sanki bir çift pranga vardı göz kapaklarında. Celladın parıldayan kılıcına aksediyordu sararıp solan siması. Sanki kabullenmişti artık akasyadan bir mezar taşını. Susuyordu şimdi. Nice sevdaların, olağanüstü kahramanların, cenklerin anlatıldığı dudaklarından şimdi kan damlıyordu. Uyan Şehrazat! Uyan! Anlattığın masallar gibi bitip tükenme. Tek bir dilek dile Alaaddin’in cininden. Tek bir dilek; yaşamaya dair olsun. Korkma kırk haramilerin keskin kılıcından. Ali Babaya seslen uzak diyarlardan. Uyan Şehrazat! Uyan! Gaddar yürekleri aşk masallarıyla gevşet. Hayra çıksın tüm fallar. Yaşama aksın süre gelen tüm yollar. Akasya bir de senin için mi ağlar? Neydi seni bu bitmeyen binbir geceye mahkum eden suçun? Bir nefeslik an için binlerce masal uydurdun. Neydi o? Seni kara gözlerine hayran Efrasiyap ile bakışırken görmüşlerdi değil mi? Bağdat’ın zengin, bir o kadar da kıskanç kadınları, bir o kadar dilencileri. Ah o dilenciler! Senden iki akçe ummazlardı pazar yerinden sen geçerken. Bir an görmekti arzuları sen siyah peçeni güzel yüzüne çekerken. Dilenciler yıpranmış giysilerine isyan etmezlerdi seni görünce. Bir tek güzelliğine hayranlardı, bir de çirkinliklerinden utanıyorlardı. Peki ya Bağdat’ın asil erkekleri! İhtiyar tüccarları, delikanlı acemi esnafları, savaşçıları… her biri vurgun değil miydi sana? Sen kırmızı ipekli arabanla dolaşırken sokaklarda, güneşi unutup senden parlaklığa vurulmaz mıydı? Sen peçenin karanlığı ile saklarken yüzünün öldüren güzelliğini, Bağdat’ın çirkef kokan sokaklarında senin kokunla bahara ermez miydi bu bakışlar? Şam’a giden her kervan senin şehrine uğramak için çöllere vurmaz mıydı kendini? Sen Şehrazat’ım! Bağdat’ın her daim en güzel gülü. Senin mi bu iffetsiz bakışların günahı? Ah! Bitti mi Efrasiyap’a ısmarladığın yakut kabzalı hançer? Senin iffetini çalan, Efrasiyab’ın aşkının gücüyle dövülen hançer şimdi dile gelmez mi? Güzelliğinle bütünleşsin diye koymuş meğer o yakutları kabzaya, sana gizlice, utanarak aşık Efrasiyap. Demirci oğlu, Bağdat’ın usta demircisi Efrasiyap? Dükkanında eriyen demirden daha kızıl, daha yakıcı güller gibi yanan Şehrazat’a aşık demirci. Sen dükkana geldiğinde kıpkırmızı esvabınla o, örs üzerindeki sıcak demire bir daha vuramadı. O günden sonra elindeki çekici her gün senin yolunu gözleyen kalbine vurdu. “Sus çılgın kalbim” diyordu. Senin bahçende açmaz bu kırmızı gonca! Senin örsün üzerinde şekle girmez bu kızgın demir parça. Senin avuçlarına sığmaz eriyip giden bu yakut güzelliği. Bütün suç o hançerde. Şehrazat’ım her gün Pazar yerinden geçerken arabacıya: ‘demirciye gidelim’ diye seslenmesinde kabahat. Oysa Bağdat’ın en zengin konaklarının kapısı açılmaz mıydı Şehrazat’a? Ama o, her gün kapısız demirci dükkanına yönelirdi. Acaba hançerim tamamlandı mı? Acaba demircinin de gönlü bende mi? Son gün aşk acısının işlendiği hançeri Şehrazat’a uzatırken başını kaldırıp kısık gözlerle onun peçesiz yüzüne bakmıştı Efrasyab’ım. Bağdat’ın tüm aşıkları o gün kinle doldu. Bağdat’ın sokaklarına inanılmaz sözler döküldü. Kervanlar Bağdat’ın kaçtı, kara bulutlar her eve ihanet ateşi saçtı. Önce dilenciler koyuldular işe. Her sadaka alışlarında: ‘tanrı bu cömert eli Şehrazat’ın ihanetinden korusun’ dediler. Sonra kuşakları kese dolu kadınlar ‘Şehrazat’ın zehrinden tanrı kocalarımızı korusun’ diye haykırdılar. Yer gök sustu. Bulutlar kuşlar sustu. Bülbüller, kırmızı güller sustu. Örs üzerinde çekiç, kabzadaki yakut sustu. Bağdat’ın soylu erkekleri şöyle konuştu: Namus yerlere düşürülemez! Bulut beyazlığıyla değil yağmuruyla kıymetli! Bakır örs üzerinde tav tutmaz. Şehrazat bizden bir nazarını gizlerken demirciye göz süzerse bu ihaneti cezasız kalmaz. Her bir kararmış yürekler bir iftira cümlesi kurdu bu gizli aşk üzerine. Tertemiz bir bakışa Bağdat’ın bütün namussuzluğu atfedildi. Kanaatlerince ahlak demirci dükkanında kirlendi. Bunun günahını hiçbir soylu erkek çekemezdi. Şehrazat’a aşık her gönül sahibi bir dava açtı. Şehrazat’ın iffetinin ak sayfasına bir damla kan değdi. Şehrazat’ım sevmenin bedeli bu mu? Gönlünü ve vücudunu gizleyip kadınlığını korumanın sonucu bu mu? İffetini koruyacak hançer şimdi alnına en kara lekeyi mi vurdu? Şehrazat tüm çekiciliği, tüm sancısıyla kralın karşısında, Bağdat’ın tüm aşıkları da onun. Efrasyab’ım Kerbela yolunda. Bu hayran bırakan güzellik karşısında kral “anlat” dedi “son bir kez daha!” senin gibi güllerin sultanı olan güzellik nasıl düşer bu tuzağa! Yoksa doğru mudur duyduklarım? Her erkeğe çarpınca gülüşün, her göz süzüşünle benim halkımı birbirine düşürüşün doğru mu? Şehrazat içindeki tertemiz aşkı hiç kimsenin anlayamayacağını kavradı. Kalbinden geçen ulvi aşkı bir bir anlatsa, nefsin batağına saplanmış bu insanların pis ayakları altında kirlenecek. Susup aşkını kendine saklasa acımasız cellat kılıcını son kez bileyecek. Kerbela Efrasiyab’ı yutacak. Dinleyin! Dedi Şehrazat’ım gururla başını kaldırıp. Dinleyin! Dedi alnına sürülen kara lekeyi fırlatıp. Dinleyin! Dedi Efrasiyab’ın aşkını kalbine gizleyip. Ve yine dinleyin dedi güzelliğin ve iffetin kadını ve anlattı… kuruyup çatlayan toprağa yağan yağmurlardan, azgın nehirlerin aktığı ovalardan. Güzel yürüyüşlü perilerden, aşkı için dağları delip çölleri aşan aşıklardan. Hırsızlardan, hükümdarlardan. Sihirli şişelerden kaybolan efsunlu Bağdat sokaklarından ve elbette Babil’in gecelerinden. Binbir masal sundu Şehrazat’ım. Herbirine bir Efrasiyap ile Şehrazat gizledi. Herbirine bir iffet, bir büyük aşk gizledi. Binbir gece kral dinledi, heyecanla. Binbir gece cariyeler dinledi merakla. Binbir gece cellat dinledi sabırsızlıkla. Binbir gece Efrasiyap bekledi kavuran aşkla. Binikinci gece Efrasiyab’ı gurbet kuşunun gözlerinde gördü. Binikinci gece sustu Şehrazat’ım. Susma! Ne olur susma, anlat hikayeni, Yücelsin senin nağmende mor dağlar. Göstersin gücünü senin masallarında sevdalar. Bak! Aç o siyah gözlerini de bak! Gurbet kuşu sıla özlemiyle yaralarını dağlar. En iyi sen bilirsin sıla sevdasını. En coşkulu sen söylersin sıla türkülerini. Gürül gürül akan sebillerden haber ver. Kuruyup gitmesin bu binikinci gecede Sustun Şehrazat’ım sustun! Kaderine dur diyemiyorsun bu gecede. Bu kara gece bir sis gibi çöktü üzerine. Kalkıp doğrulamadın. Masallarını bıraktın dilinden ve elinden. Eline bulaşmayan kanı, sen alnına sürdün… Kral tüm kuvvetiyle yere vurdu asasını. Titredi birden tüm vücutlar. Ve parlayan kılıç. Şehrazat’ım selamladı kutsal meleği. Gurbet kuşunun kanatlarında o anda terk etti akasyaları…

Fıratın-Hüznü


03.01.2008 / 15:28
İddialı isimden iddialı bir yazı. Bir kaç kez okudum. Gerçekten gizlere bürünmüş bir şehrazat tadı buldum. Ah Şehrazat Şehrazat; Sen Sevgili, sen can sen...dedirtti. {s:026}
Kapat/(ESC)
Yorum Düzenleme

Yeni Üyeler

  • VEJETARYEN1978
  • Serdar150
  • yunuskivanc
  • Adıyaman
  • Şiirlik
Kapat/(ESC)
Tavsiye
Adınız:
Sizin eposta adresiniz:
Alıcının eposta adresi:
Mesajınız:
Doğrulama Kodu:
captcha refresh
Kapat/(ESC)
İletişim
Adınız:
Eposta adresiniz:
Mesajınız:
Doğrulama Kodu:
captcha refresh
Kapat/(ESC)
Rastgele Şiir