Şiir Defteri

Veda vakti...

Yazan: werena
16.08.2007 / 19:42
803 kez görüntülendi
0 yorum yapıldı
Başlık güzel olmuş demi.Başlığı okuduğunuzda aklınıza ne geldi…?Yok yok sandığınız gibi değil… Herkes kendince bir yorum yapar böyle bir başlık için; kimi sevgilisinden ayrılıyordur, kimi baba ocağından, kimi ayrılmak istemediği bir yerden uzaklaşmaktadır… yani her durumda biraz hüzün barındırıyor bu başlık. Sıkı durun, ben bir yere ayrılmıyorum, benimle ilgili değil bu başlık. VEDA VAKTİ izlediğim bir filmin adı, yakın zamanda sinemalarda gösterilen, sanırım DVD’si de olan bu Fransız filminin orijinal adı: KALAN ZAMAN (Le Temps Qui Reste)… İlginç değil mi, filmin konusu bilindiğinde bu iki başlığında aynı konuya uygun olduğunu görüyoruz, oysa ilk duyulduklarında başka başka hikayeler geliyor insanın aklına. Filmin baştan sona hikayesini tabi ki anlatmayacağım, sadece şunu söyleyebiliyorum -ki mahsurda görmüyorum- film genç bir adamın üç ay kadar ömrü kaldığını öğrendikten sonraki durumun anlatımı… Benzer konu defalarca işlendi ama kahramanımız bu filmde diğer filmlerde olmayan şeyler de düşündürüyor insana. Ben film bunu anlatmak istedi mi istemedi mi bilmeden bana düşündürttüğü bir yanı sizlerle paylaşmak istedim. Filmin bir yerinde neredeyse sayılı günleri kalmış kahramanımız bir plaja gidiyor, denize giriyor.. Etrafta da bir sürü insan, tatil atmosferi, herkes yüzlerindeki anlam çözülmeye çalışılmadıkça mutlu görünüyor… bildiğiniz plaj ambiyansı işte… Kahramanımız da ağlamıyor zaten, tek başına yüzmeye gelmiş herkesin yapacağı gibi denize giriyor, havluya uzanıyor, etrafı izliyor filan. Şimdi, hiç kimsenin plaja gidip de ya da başka bir yerde etrafında durup dolaşan insanlarla ilgili ‘acaba şu gördüğüm kişi ölmek üzere olabilir mi’ diye düşüneceğini sanmıyorum…Belki hastanede ağrılar içinde ya da yoğun bakımda olan biri için bu geçebilir akıllardan… Ya da belli eder zannederiz herkesin bu çelişkili son zamanlarını…Oysa ki olmayabilir, olamayabilir böyle… Tıpkı filmdeki gibi gelişebilir her şey, o insan yıkılmış gibi durmayabilir hayatın getirdiği o son günlere karşı. Varmak istediğim yer, zaten karşılaştığım, göz hizama giren hemen herkesin hikayesini düşünür dururdum ama filmi izledikten sonra etrafa acaba son günlerini yaşayan biri var mıdır diye bakmaya başladım…ve bu düşünce karşılaştığım insanlara karşı beni daha da nazik olma konusunda uyarıyor… Çünkü üç ya da beş ay, beş sene veya on beş sene…sonunda herkes veda vaktini yaşayacak yani aslında herkes KALAN ZAMANI yaşıyor. Özellikle eğlenceli yerlerde, daha zevke, tatile dayalı yerlerde karşılaştıklarımızla ilgili hemen hiç aklımıza gelmez ama herkes kalan zamanını yaşıyor, bu sebepten belki daha duyarlı davranmak gerekiyor onlara ve tabii kendimize.Ben mesala bazen cok kırıyorum sevdiklerimi.Ama çoğunlukla kıskandığımda… Kıskançlık aslında yerine göre sanıldığı kadar da olumsuz, insanı tüketen bir duygu olmayabiliyor. Kimi, niye, neden ve ne zaman kıskandığımıza bağlı.. Akla hemen klasik bir aşk hikayesi kıskançlığı geliyor ya da benim şiddetle karşı olduğum, dile gelmesinden bile hoşlanmadığım başkalarına ait başarı, mal mülk, mutluluk gibi şeylerin kıskanılması… Birinin sevgilisini kıskanmasını, diğer hasetle karışık kıskanma vakalarının yanında çok masum buluyorum, bu da insanı yoruyor ama neyse… Belki garip bulanlar olabilir ama ben geçen kışın bir battaniye ve sevgilimi birbirlerinden kıskandım… Evet evet henüz görmediğim ama duyduğum günden bu yana aklımdan çıkmayan, ne büyüklükte ve nasıl renklerden oluşabileceğini sürekli düşündüğüm bir battaniyeyi kıskandım.. Öyle böyle değil, kıskançlıktan ölebilirdim…. Onun yatağını kıskanıyordum.Bu kışın cok yakındık duygusal açıdan… Geceleri hep onu düşünürdüm telefona sarılıp sesini duymak için arardım.Çağrı bırakırdım.Sonramı… Dilek dilek diye sayıklardım.Yok yok. Hani tembellik yapmaya direndikçe daha da ağırlaşıyordu vücudum ve gözlerim, kahve üstüne kahve içtim ama bunlar şöyle bir uzanıp ta kahvenin kokusunu tadını duyumsaya duyumsaya içilen keyif kahvesi değildi, adeta mücadele ediyordum fincan ve içini dolduran kahvelerle.. Neyse ki zaman yaklaşıyordu ki telefonum çaldı, karşımda çok sevdiğim insan ve bataniyenin icinde olduğunu söylüyordu.Muhtemelen ekose bi battaniyenin içinde olmalı.Bende o ekose battaniyenin icinde olmalıydım.Git kahve iç uyan dedim. İnsanı rahatlatan mutlu eden şeyler söylüyordu, gülüştükte zaten, telefonu kapayınca sehpada duran kahve fincanıma baktım, bir de onunkini düşündüm.. Nedense onunki daha bir hayran olunası geldi gözümün önüne. (O, değil bu konuda hiçbir alanda nispet yapacak biri değildir, hatta ben ona HEIDI derim, hani şu masal kızı HEIDI ye biraz POLLIANA ekleyin alın size benim prensesim çıksın) Fincanla olan tuhaf ilişkimi hemen kesebildim ama beynimi üstüne örtdüğü yatak doldurdu, öyle bir doldurdu ki başka bir şey düşünemez oldum. Divan Cafeden arkadaşlarla biran önce eve gidip battaniyelerimden birinin altına sokulup biraz kitap okumaktı, gelin görün ki döndüğümde vakit uyku vakti olmuş hayalimi gerçekleştirememiştim… Bir sonraki, daha sonraki günlere erteleyerek bu hayal benimle beraber her gittiğim yere geldi ve muhteşem final hala gerçekleşemedi.. Gerçekleşememesinin en önemli sebebi de, ayıptır söylemesi evde bu amaca uyacak iki değişik ebat ve renkte battaniye var ama ekose değiller. Şimdi yıllarca bana hizmet etmiş diğerlerine haksızlık olacak ama ben tutturdum, ekose istiyorum, ancak onun altına uzanıp içtiğim kahvenin tadı daha güzel olacak… İşte böyle, o gün bu gündür ben bir battaniyeyi kıskanıyorum. Hadi siz siz olun tüm kıskançlıklarınız bu içerikte olsun, kendinize ve başkalarına zarar vermeden ama benim gibi intikam duygularıyla dolu olabirsiniz.(Nasıl intikam olacaksa, çünkü ben bu battaniye, kanepe, kahve ilişkisini kurabilsem arkadaşım benden çok sevinir) Hepinize kendinize kaçamak zamanlar ayırabilmenizi diliyorum.Ama kışı bekliyeceğiz havalar cok sıcak.Bakın biraz hayel kuralım.Dışarda adam boyu kar var.Kar yağdığında bembeyaz yüzünü gösteren zamanları bile dahil, kara sıfatıyla tanımlanmış zavallı kış… Peki gerçekten zavallı mı acaba.. boy gösteriş şekline bakılırsa hiçte zavallı değil, hatta yerine göre gaddar dahi denilebilir.Çok yağmış diyelim. Siz bu kar ve soğuk manzaralarını nereden ve nasıl seyrediyor, içine ne kadar dalmak zorundasınız kestiremiyorum ama sokakta olması gerekenler ve de buna zorunlu olanlar için pek de sevimli görünmüyor (Allah bu havaları ekose battaniyesinin altında kahve içerek geçirmeyi nasip etsin diyelim, yahu kız ne yapıyor ki, sanki bir kayak merkezinde bozulmamış kar manzarasını seyretmiyor ki, o kendi sarayını kurmuş, örnek mi almalı ne… Zaten ne demişler..mutluluk anlardan ibaret bir şeydir.. O anlar ne kadar çoğaltılabilirse o kadar çok mutluyum sanır insan) Gönül ister ki bu acımasız soğukları minimumda da olsa konforlu geçirebilse insan.. Aklıma sokaklarda yaşayan çocuklar gelince içim üşüyor ve bulunduğum ortamın sıcaklığını algılayamıyorum.. Bir de yaşlı insanlar var, evlat demek ne denli doğruysa evlatları tarafından dışarıda bırakılan. Bu tarafından bakıldığında kış hakikatten kara be kardeşim…Kapkara hem de…Yetmiyor masum beyaz yağan karın gücü bu kapkara mevsimin yüzünü aydınlatmaya…Bütün dünya insanlığı biri birine elini uzatmak zorunda galiba…İnsanın tek başına sahip olduklarıyla mutlu olması da yetmiyor işte, hele bir de serde biraz duyarlılık varsa.. Ya nerden nereye geldik. Amacım tadınızı kaçırmak değil, kar da olmaktan aldığınız zevki sorgulatmak, eğer zevk alıyor, mutluluk içinde bir durumdaysanız o hissin kıymetini daha da bilmeniz. Kardan adam yapıyorsanız mesela o eriyip gidecek bir heykel bile olsa küçümsemeyip en muhteşemini yapmanız, kartopu oynuyor, ya da karda yürüyüş halindeyseniz karın sesini, kokusunu, dokusunu iliklerinize kadar hissetmeniz gerekiyor bence, yarınki karakışlarda bunu yapamama ihtimalimizin olabilirliliğini düşünerek.(Yani bu durumda dilek o kahve ve battaniyenin kıymetini çok bilmeli.. hatta onlara tapınsa diyorum) Birine uzatabilecek eliniz varsa uzatın, yaşam paylaştıkça güzel, hele başkasının mutluluğuna katkıda bulunmanın insanı özgürleştiren bir yanı var ki bunu yapanlar çok iyi bilir ve o duyguyu yaşamak için tekrar tekrar o katkıyı yapmak isterler, mutlu olmak için en gerekli eylemdir, alışkanlıktır adeta- deneyin ve görün diyebiliyorum kısaca. O zaman ne yapıyoruz… Şu kara hatta kapkara diye anılan kış mevsimini gerçek olması gerektiği renkte algılayabilmek ve algılatabilmek için iç ısıtıcı davranışlarımızı sergiliyoruz… ve bu bazen bir selamla olur, bazen bir sözle, bazen bir tas çorba ile, bazen bir yelekle… Ruh üşümesinin beden üşümesinden daha onarılmaz hasarlara yol açtığı düşünülürse sevgi ile yaklaşmayı ihmal etmeden. Kışıda getirdik.Hayalde kurduk.En kara kışlarınızda bile yüzünüzü çevirebileceğiniz aydınlıklar bulabilmiz ve gerektiğinde aydınlığın kendisi olmamızı dileyelim.Eyvallah… iskender ırmak http://www.e-hayat.net/veda-vakti/
Kapat/(ESC)
Yorum Düzenleme

Yeni Üyeler

  • mhrmkaya
  • VEJETARYEN1978
  • Serdar150
  • yunuskivanc
  • Adıyaman
Kapat/(ESC)
Tavsiye
Adınız:
Sizin eposta adresiniz:
Alıcının eposta adresi:
Mesajınız:
Doğrulama Kodu:
captcha refresh
Kapat/(ESC)
İletişim
Adınız:
Eposta adresiniz:
Mesajınız:
Doğrulama Kodu:
captcha refresh
Kapat/(ESC)
Rastgele Şiir