Şiir Defteri

Sönmeyen Volkan

Yazan: deniz_feneri
03.08.2015 / 23:11
2627 kez görüntülendi
1 yorum yapıldı
"Volkan" "Efendim" "Volkaaaan" "Efendim abi" "Hah. Duymadın sandım" "Gürültüdendir abi, buyur" "Hadi bugünlük bu kadar yeter" "Abi saat daha iki" "Oğlum ben yeter diyorsam yeter. Hadi eve. Biliyorsun kesmiyorum bunları maaşından" "Ama ab.." "Başlatma lan abinden. Yürü git eve annenin yanında dur. Şunu da al, gelen giden çok oluyor. Geçen yengenle geldiğimizde ev kalabalıktı. İkramlık falan alırsın" "Abi?" "Volkan, seni o tesviye makinasına gömerim çocuk" Böyle bir adamdır patronum Necip abi. Üç tesviye makinası olan dükkanında birlikte çalışırız. On dört yıldır yanındayım. Ortaokul bittiğinde yanına çırak olarak girmiştim. Benden bahsederken hala çırak diye bahseder çünkü benden sonra eleman almadı. Gerek de duymadı belki. Ecevit zamanında cemaate mensup olduğundan dolayı işleri çok bozulduğunda, ceza üstüne ceza yediğinde, 4 ay alacaklarını tahsil edemeyip maaşımı ödeyemediğinde bile yanındaydım. Belki de bu yüzden kimselere değişmiyor beni. Annemin karaciğer kanseri ilerleyip doktorlar son günlerini evinde geçirsin dediğinden beri daha bir sıkı sıkıya sarıldı bana Necip abi. Kendisi, annesinin ölümünü 2 hafta sonra misafirliğe gelen hemşerisinden öğrenmişti. Bunu her anlattığında gözleri dolar, konuşması biter bitmez de "hadi oğlum sen annenin yanında dur" derdi. Her defasında da maaşımın yarısına tekabül eden bir tutarı cebime sıkıştırırdı. Eksiklenme hissettiğimde gözlerime kızgın ve babacan bir bakışla "lafı olur mu" dercesine bakardı. Ama bu sefer verdiği neredeyse maaşımın üç katıydı. Elimi yüzümü yıkadım keskin sidik kokan lavabomuzda. İşte giydiğim tişörtümü çıkartıp günlük tişörtümü giyindim. "Abi ben çıkıyorum" "Tamam aslanım" Henüz birkaç adım atmıştım ki seslendi tekrar "Volki. Bugün günlerden ne?" Ben cevap vermeden kendisi tamamladı "Salı. Pazartesi anne iyi olursa uğrarsın oğlum. Valideye selamlarımı ilet ellerinden öp. Giderken şu yavşak Savaş'tan bi tane de çay söyle bana" "Tamamdır abi" Atladım benim külüstür Broadway'e. Sokağın başındaki çay ocağından Necip abinin çayını söyledim. Cebimde bir tomar para. Annemi Adana'ya götürüp getirmeye kalksam çok çabuk yoruluyor, gerçi memleketini çok özledi ama. En azından bir akşam yemeğine çıkarız. Yolda düşünmek için çok zamanım oluyor. Evle dükkan arası kendi arabamla ve trafik yoksa 35 dakika. Daha önceki dükkan yürüyerek 16 dakikaydı, kirası Necip abiye yüksek geldiği için buraya, babadan kalma dükkana geçti. Mayıs'ın sonlarında sağlam sıcaklar başlıyor İzmir'de. Annemin hep pikniğe gitmek istediği zamanlar işte tam da bu zamanlar. İyi bir alternatif gibi göründü gözüme. Derin düşüncelerle yolda ilerlerken Karabağlar mezarlığının bitiminde trafik ışıkları var. Kırmızıda durduk. Çiçekçileri farkettim birden. Zaten kaldırım kenarındayım inip alayım bir demet diye düşündüm ama hasta yatağında yatan bir insana mezarlık kenarındaki çiçekçiden çiçek alamazsınız. Eğer bu annenizse asla alamazsınız. Bu konuda yazılı bir kural yok ama ayaklarınız bile yürümez o yöne. Yine Karabağlar'ın içinde Eskiçamlık yolu üzerinde bulunan bir çiçekçi var. Ülkü Ocağına gittiğim yıllarda hergün önünden geçerdim. Dükkanın adına hiç dikkat etmedim. "Buyur abi" "Bir demet gül yaptıracaktım" "Tabi abi hangisinden" "Beyazlarından olsun" dedim. İsmi Gülbeyaz olan bir kadına beyaz güllerden başka bir çiçek hediye edersen bu aldatmaya girer. Annen bile olsa yakışık almaz. Irkçılık bile sayılabilir renginden dolayı. "Kaç tane olsun?" "Beş" Üstüne simler ve çeşitli süsler ekledi çiçekçi. Capcanlı ve henüz yeşilliğinden birşey kaybetmemiş güller bile güzel görünmek için ekstra süslere ihtiyaç duyarken; bizim Gülbeyaz sultan hasta yatağında hala kainatın en güzeliydi. Ücreti ödendi, arabaya atlandı, çiçekler elde eve girdim. Salonda uzanmış Samanyolu TV'de ibretlik hikayeler seyreden annem beni görünce toparlandı. Son taburcu olduğundan beri sürekli salonda yatıyor gelen giden oluyor diye. Çiçekleri görünce hayrete düştü. Yüzünde memnun bir gülümsemeyle; "Oooo bu kadar yakışıklı bir erkek bana çiçek alırsa ben şımarırım" "Sizin kadar güzel değiller matmazel" "Hahaha. Teşekkür ederim yakışıklım. Erkencisin bugün" "Öyle yaaaa. Fazla iş yoktu. Necip abi erken bırakalım dedi. Sıcak zaten çekilmiyor böyle havalarda iş. Sen ne yaptın?" "İyi ben de televizyon bakıyorum" "Anne izleme şöyle aptal şeyleri yaaaa." "Ne yapayım saran başka birşey yok diğer kanallarda da." Yattığı çekyatın yanına, yere oturdum, başım başının hizasında. Kemoterapiden sonra yeni yeni çıkmaya başlayan kısacık beyaz saçlarını okşadım. "Seni çok seviyorum be kadın" Yüzünde yine o memnun gülümsemeyle yüzümü okşadı, okşarken elini öptüm. "Oğluşum bee, canım ne istedi biliyor musun?" "Emret sultan" "Neydi o senin içtiğin zıkkım?" "Ice tea mi?" "Neyse işte adı, ondan al. Serin serin içelim" Odanın kapısından çıkarken tekrar seslendi "Volkanım, ben de seni çok seviyorum annem" Bu sefer o memnun gülümseme benim yüzümde oluştu. Meğer o memnun gülümseme en acıtanıymış. Yüzümü çevirdiğimde sessiz, hıçkırıksız bir sağanak boşaldı gözlerimden. Bir şişe soğuk çayı alıp eve dönmem yarım saate yakın sürdü. Eve geldiğimde önce mutfağa girip bardakları aldım. Sonra salonda ana-oğul soğuk çay eşliğinde sohbete koyulduk. Durumu o kadar ağır olmasına ve bunu farketmesine rağmen bu kadar olağan davranması beni korkutsa da hiçbirşey yokmuş gibi davranması mutlu da ediyordu. Soğuk çayın şeker oranından, koladaki şeker oranının zararlarından bahsedip durdu. Üstelik bunu soğuk çayı içerken yaptı. Ayıp tabi. Akşam amcamla Nazike yengem de geldi. Sonra amcam babamı kahveden almaya gitti ama uzun bir müddet ikisi de gelmedi. Yemen türküsünü andıran bir hava oluştu. Annemle yengem standart sohbetleriyle yine yüksek kahkahalar atıyorlardı. Yengem Bulgar göçmeni, sarı saçlı, kırmızı yüzlü, ağzı bozuk bir kadındı. Adanalı olması nedeniyle küfür konusunda annem de ona yetişiyordu. Sonra yengem mutfaktan yemeklikleri alıp annemin yanında hazırlamaya başladı. Fasulye falan kırıyordu bir yandan sohbet ederken. Bazen ikisi bir olup bekar olmamdan dolayı laf sokuyorlardı. En çok da iyi polis kötü polis hikayesini andıran replikleri dikkatimi çekerdi. Annem laf sokar yengem sahiplenir "Yok bre Gülbeyaz abla, Yakışıklı çucuktur Vulkan, evlenderecem ben onu Bulgar kızıynan" der. Güler geçerim çoğu zaman. Zaten annem dışında pek kimseyle sohbet etmem. Ama sevdiğim insanlar yine de onları sevdiğimi bilirler. Tıpkı Nazike yengem gibi. Hastaneden çıkarken doktorun yazdığı ilaçlar ve ağrı kesiciler ağır geliyordu çoğu zaman bünyesine. Annem günün yaklaşık 15 saatini uyuyarak geçiriyordu. Annem gibi her işe koşturan, her meselede parmağı olan bir kadının günde 15 saat uyuması imkansıza yakın bir şeydir. Nazike yengemle annem yaklaşık 30 yıllık dosttur. Eltiden ötedir onların ilişkisi. Annem hastanedeyken de Nazike yengem hemen hergün gelir, kirlilerimizi makinaya atar, akşam yemeğimi pişirir, bir gün öncesinin bulaşıklarını yıkar giderdi. Tek bir gün bile ne amcam, ne kendisi bu durumdan şikayetçi olmadı. Hatta bir keresinde bulaşığı benim yıkadığımı gördüğünde "Bre sıçtığım bok. Benim yıkadıklarımı mı beğenmezsin de kendin yıkarsın. De yürü maçına bak sen" diyerek azarlamıştı. Akşam hep beraber sofraya oturduk. Annemin yemeğini götüreceğim sırada annem doğruldu, "ben de gelcem getirme" dedi. "E iyi madem" "Balkon sefasını bensiz mi sürceniz?" "Hadi hadi sofraya o zaman" Uzun zamandır yemediğimiz kadar keyifli bir yemek yedik. Sadece taze fasulye, bulgur pilavı ve cacıkla. Dünyanın en güzel fasulyesi, bulgur pilavı ve cacığı olduğuna herşey üzerine yemin edebilirim. Yemekten sonra bir de dondurma keyfi yapmak istediler. Annemin tadına hayran olduğu Carte D'or Meyve Şöleni dondurmasını kaselere doldurup getirdi Nazike yengem . Saat 9 sularıydı. Annem "Nazikem ben çok yoruldum içerde uzansam ayıp olmaz demi" diye sordu mahcup bir ifadeyle. "Teee Gülbeyaz abla olur mu öyle şey bre. Ben zaten burdayım bu gece Nadiye de gelecek birazdan." Nadiye abla amcamın büyük kızıdır. Küçük kızları Nurdan Afyon'da üniversite okuyor. Nadiye abla 2 üniversite bitirdikten sonra iş bulamadığı için tekstil atölyesinde vardiyalı olarak çalışmaya başladı. Ekonomik özgürlüğünü kendi standartlarında yaşayamadığı için de evlenmedi. 36 yaşında. Sürekli erkek arkadaşları olduğundan falan bahseder ama o erkek arkadaşlarından herhangi birini gören yada duyan olmamıştır. Çoğunluğu internetten tanıştığı kıro tipler. Annem salona girdi. Işığı kapatmak için peşinden gittim. Belki de ışık bahane, onu ayakta, hareket halinde biraz daha görmek için. "Bir şey istiyor musun valide sultan?" "Yok oğlum sağol" "Kapatıyorum ışığı" "Kapat" Balkona çıktım tekrar, Nazike yengem ikinci demlik çayı getirdi masaya. Nadiye abla da geldi. Farketmeden 3 saatte yarım paket sigarayı bitirmiştim. Salona girdim arabanın balkabağına dönüştüğü saatlerde. Ellerini tuttum annemin. Sıcacıktı. "Hep böyle sıcak kal anne. Yalvarıyorum sana hep böyle sıcak kal" dedim fısıltıyla. Sabah Nazike yengem ve Nadiye abla kahvaltıyı hazırlamışlardı. "Annemin kahvaltısını verdiniz mi?" dedim. "Uyanmadı" dedi yengem. Bir kelime bu kadar çok anlam ifade etmemeli "Merak etme" dedi Nadiye abla çayımı doldururken. "Mırıldandı biraz. Uyanmak istemedi." O gün annem hiç uyanmadı. Ertesi sabah da uyanmayınca doktor çağırdım. Baygın gibi bir hali vardı sürekli. Doktor serum bağladı. Beslenmesini bu şekilde sağlıyorduk. Bir de yengem arada bütün imkanlarını seferber ederek su içiriyordu. Altını bile yengem alıyordu annemin. Annem ertesi sabah da uyanmadığında herkes iyice paniklemişti. Komşular bizim eve doluştular. Annemin nefes alıp verişi hızlandığında Nazike yengem tüm o çığlık çığlığa ağlayan komşuları bir el hareketiyle susturup annemin kulağına eğilerek Kelime-i Şehadet getirdi. Gözü kapalı annemin dudaklarından en son Kelime-i Şehadet döküldü. Arkamı döndüğümde kıyameti andıran bir manzara vardı. Bütün akrabalarımız ağlıyordu. Babamı ilk kez o gün ağlarken gördüm. Annemin hastalığı boyunca bir kez bile uğramayan teyzemi o gün bizim evde, üstelik ağlarken gördüm. Gözlerimde buz tutmuş yaşlar vardı. Ağlamanın kesmeyeceği acılar vardır. O an bütün vücudunu paramparça etmek istersin. Ama kolun, ayakların, beynin sana ait değillermiş gibi bir havaya bürünürler. Koltuğun üstüne kendimi atarcasına oturdum. Bir müddet sessizce ağladım. Necip abi sarıldı. "Bu yüzden mi gönderdin beni eve abi? Biliyordun değil mi abi? Ben annemin yaşayacağına inanmaya çalışırken sen öleceğini inatla biliyordun değil mi?" "Tamam koçum. Dök içini. Sik ortalığın anasını. Ne yapsak durduramayız seni." Eşe dosta haber vermek gerekiyormuş böyle durumlarda. Manisa Salihli'de oturan annemin dayısının kızı vardı. Onu aradım "Annemi kaybettik" derken kendimi kaybettim. Bir daha kimseyi aratmadılar. İkindi namazına müteakip Karabağlar Selvili Camii'den kaldırıldı naaşı. Kaynaklar mezarlığına defnettik. Attığım her toprağı kendi yüzümde hissettim. Kol kırığı gibi aslında ölümler. İlk gün sıcağıyla birşey hissetmiyorsun. Gece olduğunda yorgunluk ve tüm o hüzün seni sarhoş ediyor. Asıl acıyı ertesi günün sabahı hissediyorsun. Nazike yengemin önderliğinde komşular Kur'an okumaya gelmişlerdi. Kapı çalıyordu. Kapıyı açmak istemedim. Yatağımdan kalkmak istemedim. Annemin yattığı çekyatı boş görmek istemedim. Yine de bir umut acaba hepsi bir rüya olabilir miydi? Salonun kapısından baktım, çekyatı toplamışlar. Kapının kasasında oturup ağlarken babam kapıyı yengem ve diğer komşulara açtı. Yengem kendi evladıymışım gibi sarılıp ağladı, ama ben ona annemmiş gibi karşılık veremedim. Günler böyle geçti. Yedisi, kırkı, elli ikisi derken. Komşular ayağını kesti. Nuri amcamla Nazike yengem ara ara uğruyorlar hala. Her sene lokma döktürüp Kur'an okutuyoruz. Necip abiyle aramız hala aynı. Tek fark, artık "anne" kelimesi geçtiğinde ikimizin de gözleri doluyor. Almanya'daki Rauf amcam aradı. Pek fazla aramaz. Kiracısı olan Alman vatandaşlığına geçmiş Irak'lı Türkmen bir kızla evlendirmek istediklerini söylediler. Böylece Almanya'ya yerleşebilirmişim. Kendine yeni bir mağaza açtı amcam Almanya'daki Müslümanlara tesettür kıyafetleri falan satıyor. Bunun yanında Hac malzemeleri satan ve organizasyonları yapan bir ofisi daha var. Karaktersiz, dini çıkarlarına alet eden biridir benim gözümde. Bu imajı hiç değişmedi. Nasıl olduysa "peki" dedim. Kaçmam lazımdı bu evden, bunca yoğun ve her yanı annem kokan hatıralardan. Babam hala dinç bir insan. Herşeyin üstesinden gelecek kadar güçlü, kimseyle sohbet etmeyecek kadar içine kapanık ve hala annemden başkasını sevmeyecek kadar karakterli. Bir cumartesi iş çıkışı, öğlen vakti. Helalleştik Necip abiyle. İkimizin de gözleri dolu dolu. Benim külüstüre binip, bir kasa da bira alarak Kısık yolundaki orospuların yanına gittim. Özellikle yaz günleri yanlarında durup su verdiğim için tanırlardı beni. Kendi aralarında hakkımda ne konuştukları umrumda bile değildi ama hiçbiriyle yatmadım. Gün ağarmak üzereyken sadece bir tanesi hala müşteri bulamamıştı. Aygül. Arabaya çağırdım. Cama yaklaşarak "ne aldın?" dedi. "Atla" dedim. "Ooo bizim iyi aile çocuğu niyeti bozmuş" "Saçmalama. İstiyorsan bin. Seninle yatmıcam ama benden zarar gelmeyeceğini de bilirsin" Bindi arabaya. İstikamet Gaziemir Şahintepesi. Biraları içtik. hikayesini dinledim. Vaktiyle piçin biri evlencez ayağına evden kaçırtıp bir güzel hallettikten sonra satmaya başlamış. Aygül Diyarbakır'lı. Evine de dönememiş töre davasına. İlkokul 2'ye giden bir oğlu varmış. Gece saat 3'e, 4'e kadar bulduğu müşterilerin altına yatıyor. Oğlunun okul masrafları, geçimleri için. En azından bana anlattığı hikaye bu. Zaten bir orospu niye yalan söylesin ki? "Aygül" dedim. "Bu parayı al." Cebimde Necip abinin tazminat niteliğinde verdiği yüklü paranın üçte bire yakınını Aygül'e verdim. "En azından bugün ve yarın işe çıkma. Oğlunun yanında ol. Günü geldiğinde bütün birliktelikleri özlüyor insan. Annem öleli 3 yıl oldu, yanından kalkıp işemeye gittiğim anların bile pişmanlığını yaşıyorum" "Delisin lan sen. Allahımı inkar edeyim ki normal değilsin" "Hangimiz normaliz ki Aygülüm" Aygül'ü evine bıraktım. Sokağının köşesinde bırakmak istediğimde "ulan zaten orospuyu bırakıyorsun kim ne diyecek" dedi. Saatler ilerledikçe çakırkeyif olmaya başladım ama bu beni direksiyonun başından almıyordu. Eve gidip iki fincan kahve yaptım. Sonra kahveleri evdeki, yıllar önce pazarlamacıdan aldığımız çelik termosa koydum. Fincanları yanıma aldım. Babam "Nereye" diye sordu çıkarken. "Annemin yanına gidip geleceğim" diye cevap verdim tek bir söz daha söylemesini beklemeden. Çünkü orada dursam alkollü olduğumu farkedecek ve arabaya göndermeyecek beni. Nasıl gittiğimi hatırlamıyorum. Yol kenarına yakın mezarının başındaydım annemin. Arabayı otoban kenarına park edecek kadar yüksektim artık. Termostan kahveleri fincana koyup "Hoşgeldin yok mu sizin oralarda Gülbeyaz hanım" diyerek lafa başladım. Cevap vermiyordu ama ben cevap verdiğini varsayarak hep konuşuyordum. "Yaaaa işte hayat böyledir valide sultan. Hep balkonda içecek değiliz kahvemizi. Bugün de böyle denk geldi. Belki iyi bir insan olurum, cennete gelirim şu senin ayaklarının altındaki, orada kaymaktan, baldan nehirler akarmış. Biz Türk kahvesinden bir nehir diler, durmaksızın sohbet ederiz başında kim bilir. Sen inançlı bir insandın anne. Bense öfkeli bir insan. Sen inandığına kavuştun. Peki ben öfkemi nereye kusacağım. Üç yıldır öyle doluyum ki, öldün diye sana mı kızayım, sana bulaştı diye kansere mi kızayım, seni aldı diye Allah'a mı kızayım bir türlü karar veremiyorum. Çocukken sana adımı neden Volkan koyduğunu sormuştum. Bilmiyorum, içimden geldi, hoşuma gidiyordu Volkan ismi demiştin bana. Belki de bugün içimin bu kadar yanışı ve bir türlü patlayamamam malum olmuştur ne dersin?" Eğildim. Toprağının eline denk geldiğini farzettiğim yerinden öptüm. Annem kokuyordu. "Sönemiyorum" dedim "Gülbeyaz hanım. Sönemiyorum."

hsynunan


04.08.2015 / 09:53
Çok güzel olmuş kardeşim. Gerçekten. Uzun zamandır bir şey okuyarak ağlamamıştım. Gönlüne, diline ve yüreğine sağlık olsun...
Kapat/(ESC)
Yorum Düzenleme

Yeni Üyeler

  • PelikanO6
  • isocey
  • Arzum
  • SiirDiyari61
  • Dilara58
Kapat/(ESC)
Tavsiye
Adınız:
Sizin eposta adresiniz:
Alıcının eposta adresi:
Mesajınız:
Doğrulama Kodu:
captcha refresh
Kapat/(ESC)
İletişim
Adınız:
Eposta adresiniz:
Mesajınız:
Doğrulama Kodu:
captcha refresh
Kapat/(ESC)
Rastgele Şiir