Cılız ışıkları vururken
Her birinde onlarca anı gizli
Yüzünün çatlaklarına
Kızıl akşam güneşinin
Ağırlaşmış göz kapakları
Bükülmüş beli
Parmakları birbirine geçmiş elleri
Ve
Dizlerine yaslanmış dirsekleriyle
Oturmuş bahçede bir bankın ucunda
Yüzünde yorgun bir tebessüm
Ya da bakana göre soğuk ölüm
Dalmışken tatlı,acı hayallere
Ürperir birden bir sesle
Geçen biri sormuştur:
Nasılsın teyze?
Yılların yorgunluğunu taşıyan omurgasını
Bir kez daha düzeltmeye çalışır
Biraz sersem biraz mahcup
Soranın gözlerine ulaşır.
Kaç gün geçmiştir acaba
Hatırı sorulmayalı üstünden
Kırgınlığı okunurken yüzünden
Osmanlı nezaketiyle teşekkür eder
Ayaküstü bir çift lafla
Sohbet erkenden biter
Soran gider
Giden genç bedenin ardından
Yaşlı yalnızlık yine gelir
Parmaklar yine geçer birbirine
Ve eller bir kez daha kenetlenir.
Omuzlar binerken dirseklere
Dirsekler gene dizlerin üstündedir
Bu kez boyun taşımaz üstündekini
Baş öne bükülüverir
Gözler ayaklarla buluşur
Pınarlarına yaşlar doluşur
İşte gene kendiyledir
Son kuş ta sesini kesip
Çekilince akşam,inine
Kızarmıştır utancından Güneş
Isıtamıyorum bir nineyi bile.
Hafif bir serinlik titretir nazik bedenini
Vakti gelmiştir
Zindanın kilidini açmanın
Ne yolu kalmıştır ne de anlamı artık
Yalnızlıktan kaçmanın
El ele verirler
Yıllanmış iki arkadaş
İki ayakla iki kişi yürürler ağır aksak
Bir o taşır,bir öteki birini
Bir bilse kaderini
Dünden terk ederdi tek yarenini
Duayla tevekkülle alır yine de
İki adım kalmış yolunu
Sormaktadır kendine uzun zamandır
Ne zaman uzatacaktır acaba
İki yana iki kolunu...
MSR