Şiir Defteri

ERDOĞAN VE BEN (DENEME)

Yazan: Birturkbilgesi
15.07.2018 / 00:11
1068 kez görüntülendi
0 yorum yapıldı
Ben 'Çok gezen değil, çok okuyan bilir' derim ancak zamazingo şeyler değil felsefe, bilim, teknoloji ve din üzerine kitaplar. Gezmekle öğrenilse göçmen kuşlar alim, alime olurdu(olurlardı). Akp başkanı Erdoğan 'Ben bildiğiniz cumhurbaşkanlarından olmayacağım' demişti yani 'Hiç yerimde oturmayacağım', Amerikan deyimiyle 'saha'da olacağım hep' dedi. Yerinde oturmamak yani gezmek dolaşmak ancak kuşkusuz ki aylak aylak, boşboş gezip dolaşmak değil, iş yapmak daha doğrusu iş yaptırmak için gezmek dolaşmak yani Osmanlı deyişiyle 'Tebdil i kıyafet dolaşmak' gibi birşey. Askerlikte bir söz vardır: 'Komutan iş yapmaz, iş yaptırır'. Askerde erlere karları kürettiriyordum, beceremiyorlardı, hayatları ilk kez kar gördüklerindendi belki. Ben de küreği elime alıp karları küremeye başladım, erlere öğretmek için; tam o esnada beni albay gördü ve bana 'Asteğmenim, subay erlerin işini yapmaz, erlere işi yaptırır' dedi. İyilerin hayatları başkalarına hep 'yanlış anlama'lar anlarında yakalanır zaten yani koştuğun görülmez de düştüğün görülür hep, iyi insan isen. Yani doğru, iyi bir lider ya da önder işleri yapmaz, işleri yaptırır. Bu durum Semavi din denilen, ilahı bir tane ve gökte olan dini inançlar kültürüne de yansımıştır ki bu kültürde ilahın işleri kendisinin yapmadığı, meleklerine yaptırdığı söylenir. Yani doğru ve iyi lider ya da önder işleri yapmaz, yaptırır. Yani doğru ve iyi lider bedenini değil düşünceyi kullanır. Yani doğru ve iyi lider gezmez, oturur; gezmez, kitap okur, araştırma yapar, inceleme yapar, yazar ancak savaş gibi acil nicel dünya işleri bunun dışında kalabilir. Ben kuşkusuz ki bedensel bir lider ya da önder olamam çünkü beden işlerini pek beceremem; benim liderliğim ya da önderliğim düşünsel konularda ya da düşünsel olarak olur ancak yani tıpkı bilim gibi. Bundan 15-20 kadar önce; işçiler üzerine bir roman yazabilmek için, birkaç yüz işçinin çalıştığı bir fabrikada, işçi dünyası hakkında bilgi ve deneyim sahibi olmak için bir şirkete başvurmuştum, gazeteye verdiği eleman ilanı üzerine; ilanda işçiler ve üniversite mezunu vardiya amirleri alınacaktır yazmasına karşın ben sırf amaçıma(amacıma) ulaşabilmek için, lise mezunu olduğumu ve işçi olmak istediğimi söyledim ancak 5 dakikalık görüşmede benim üniversite mezunu olduğumu anladılar ve 'Seni işçi yaparsak gider işçileri karıştırırsın' deyip vardiya amiri yaptılar. Ben de 'Hiç yoktan iyidir' deyip kabul ettim çünkü gerçekten de birkaç yüz işçinin çalıştığı ve demir-çelik üzerine bir fabrika idi yani hayatımda ilk kez birkaç yüz işçinin çalıştığı bir fabrika görecektim. İşyeri bir limandı; dünyanın heryerinden gemilerle hurda demirler geliyor ve inşaat demirine çeviriliyordu.Vardiya amiri de mesaisi boyunca gemilere çıkıpinmek(çıkıp inmek), gemi gemi dolaşmak zorundaydı ki aynı anda limanda 3 gemi oluyordu ve gemiler hem uzun hem yüksekti yani düşünün ne kadar yorucu bir iş; vardiya amirinin ana görevi işçilerin, gelen hurda gemilerindeki hurdalardan bakır, tunç gibi değerli metalleri çalmalarını önlemekti yani benim için onur kırıcı bir işti. Ben de gemilerdeki hurdaların yüklendiği kamyonların çıktığı kapının yanındaki ve hem gemileri hem kamyonları hem çıkışı gören, amir barakasının penceresi önüne bir masa, bir sandalye atıp, yerimden hiç kalkmadan, oturduğum yerden, limana giren ve çıkan kamyonları sayıp, sekiz saatte ne kadar iş yapıldığını bir kağıta saat başı olarak yazıp, tüm mesai boyunca gemilerde dolaşan öteki vardiya amirlerinden daha çok iş yapılmasını sağladım. İşte br aksama olduğunda, iki kamyon arası süre artıyordu ve hemen gemilere gidip aksamanın nedenine bakıyordum; aksama yoksa yerimden bile kalkmıyordum. Ve işyerindeki yanlışları anlatan bir de rapor yazdım; 'Böyle yaparsanız bu limanda gemi bile batar' dedim çünkü işyerine akıl, bilim, kültür değil cehalet egemendi, üç-beşgün sonra gerçekten de bir gemi rıhtıma doğru yan yattı çünkü demirleri geminin bir yanına daha çok yığmışlar, gemi denize doğru yatsa batacaktı yani, iyi ki karaya doğru demirleri daha fazla yığmışlar. Ancak bir ay sonunda; taşeron firmanın müdürü 'Bize bunun gibi adamlar lazım' demesine karşın, fabrikanın müdürü 'Sen patronları değil işçileri savunuyorsun hep' deyip beni işten çıkardı. Yani belki de ekonomiye ya da özel sektöre ya da şirketlere ya da patronlara; işleri doğru, yi yapmayan insanlar gerekliydi. Zaten işten atılmamdan 15 gün önce bir işçi bana 'Sen iyi bir insansın, burada seni barındırmazlar' demişti; bellki de ekonomiye ya da özel sektöre ya da şirketlere ya da patronlara; iyi insanlar gerekli değildir; belki de ülke ya da ekonomi ya da özel sektör ya da şirketler ya da patronların dünyası cehalet ya da cehalet üzerine kuruluydu tıpkı siyaset gibi. Baktım gelen kazık atıyor giden kazık atıyor; gelen yamık yapıyor giden yamık yapıyor; yani düzen diyor ki 'Ya kazık at ya yok ol, ya yamık yap ya yok ol' ben de bilge olmaya karar verdim ve bilgelik yolunda uzun ve zahmetli bir yola girdim; sigara ve içki içiyordum, onları bıraktım önce. Yani Erdoğan hiç koltukta oturmayacakmış, hiç yerinde durmayacakmış da; dünyanın en aydınlık yeri hep yerinde duran güneştir. Yani ben cumhurbaşkanı olsam yerimden hiç kalkmam; işlerin nasıl yapıldığını, nasıl yapılması gerektiğini, oturduk yerden dünyanın nasıl izlenebileceğini bilir ve değil Türkiye'yi, dünyayı bile oturduğum yerden yönetirdim ancak bunun için kuşkusuz ki önce felsefe, bilim, Din hadisileri bilmek ve düşünür, alim, alime, bilge olmak gerekir. Yani düşünün 'Bizim Yunus mu?' diyen, gözleri görmeyen adamı; ve gözleri görmeyen yarasaların dünyayı nasıl anladıklarını. Kuşkusuz ki dünyada en doğru yol gösterici felsefe, bilim ve Din hadisileri üçlüsüdür, bileşkesidir yoksa deniz içinde balık gibi olunabilir. Yani bakın; 'Türkiye büyüdü' deniliyor; adam 'Türkiye büyüdü ise elektırik(elektrik) tüketimi neden artmadı?' diyor. Yani Türkiye'nin büyüdüğü gözlerle doğrudan görülemez, ancak sayılarla anlaşılabilir; sayıları anlamak için de gezmek değil oturmak, okumak, düşünmek, araştırmak, incelemek gerekir ki bunlar için bir masa, bir sandalye, bir bilgisayar, bir internet yani 2 metrekare bir yeter yani demiş ya adam 'Bana bir kaldıraç verin, dünyayı yerinden oynatayım' diye; bana da 2 metrekare biryer, bir masa, bir sandalye, bir bilgisayar, bir internet verin, oturduğum yerden değil Türkiye'yi, dünyayı izleyeyim, inceleyeyim, çözümleyeyim; işte buyüzden hep diyorum üniversite demek üniversite mezunu olmak değil; düşünür, alim, alime, bilge olmak olmalıdır öncelikle; sonra da bakıyorsunuz üniversite sayısı arttıkça değil ülkede düşünür, alim, alime, bilge artması, üniversite mezunularında cehalet artıyor, görüyorsunuz işte bir televizyon kanalındaki bilgi yarılmasında üniversite mezunularının, öyle ki akademisyenlerin bile cehalet ve en büyük cehalet olan nefs içindeki hallerini. Gerçek ki bir ülkede moda büyüyorsa, o ülkede bin tane üniversite de olsa, o ülkenin kişi başına yıllık geliri 1 milyon dolar da olsa, o ülkede cehalet yayılıyor demektir ve cehalet de nefssizliği değil nefsi, okumayı değil gezmeyi sever. Ben ülke olsam; gezmeyi değil, okumayı sevenleri baş seçerdim. Yani bakın şimdiden diyeyim: Ülkede domates, portakal sorunu var; domates pahalı, hiç taze portakal görmedim yıllardır, limonu da yüksek tansiyon hastasıları hergün yiyemez çünkü limon kanı sulandırıp tansiyonu daha da yükseltir; yani insanlarda C vitamini sorunu olacak ve dolayısıyla C vitamini eksikliğine bağlı hastalıklar çoğalacak demektir ki bundan en önce etkilenecek olanlar çocuklar ve yaşlılar olur yani bu durumda çocuklarda, yaşlılarda ve yüksek tansiyon hastasılarında hastalıklar daha da artacak demektir; yani bunları anlamak için ülkeyi gezmek gerekmez, oturduk yerden, kitaplarla, internetle bilimi gezmek yeterli yani bir ülke için gerçek, doğru lider, önder demek öncelikle felsefe, bilim, Din hadisileri ve okumaktır, halkın oyları değil ki Amerikan iktisatçısı ve iktisat tarihinde önemli yeri olan Keynes de 'Her büyük iktisatçının arkasında büyük bir filozof vardır' deyip konuyu ekonomi alanında da somutlaştırmıştır. Şikayetler, tepkiler, eleştiriler sorunların melekleri gibidirler; şikayetlere, tepkilere, eleştirilere sırt dönmek, tepki almak, 'Ananı da al git; oyunu da al git' türü şeyler demek sorunların meleklerine sırt dönmektir ki bundan da çözüm değil daha büyük sorunlar doğar. Bir elime doktorluk, bir elime mühendislik verilseydi ve 'Yeter ki bilge olma' denilseydi kabul etmezdim çünkü ülkede ve dünyada doktor, mühendis çok da bilge yok yani en önemlisi yani özel sektör ve nicel devletler için hiç gereksinim olmayan şey. Gördük işte felsefesiz eğitimin yani düşünür, alim, alime, bilge değil meslek sahibi, meslek sahibesi yetİştiren eğitimin halini yalnızca şu üç örnekle bile: 1- Hamile kadın devlet hastahanesine iki kez gider, karın ağrısı şikayetiyle ve her seferinde 'Gazdandır' denilip gaz sökücü verilip evine gönderilir ancak ağrıları yine geçmez; ve hastahaneye 3. gelişinde, sıra beklerken ölür çünkü ağrısı gazdan değil bağırsak düğümlenmesindendir. Kardeşim, ağrı gazdan da gaz neyden, bir düşünsene, bir baksana, bir felsefe yapsana? Düğümlenen bağırsak olağan ki gaz yapar zaten. 2- Ünlü de bir kişi sol kolunda ve karınında(karnında) ağrı şikayeti ile üstelik de özel bir hastahaneye gider; kişi 'Gaz sancısı' denilip gaz sökücü ile evine gönderilir ancak adam ölür çünkü ağrısı gazın değil kalp kırizinin(krizinin) habercisidir. Ya ben bile biliyorum; sol kol ağrısı, göğüs ağrısı, sırt ağrısı, karın ağrısı gibi şeylerin kalp kırizi habercisi olduğunu. 3- Bir çocuk; boğaz ağrısı vardır. Hastahaneye götürülür, bıronşit denilip antibiyotik, ağrı kesici verilip evine gönderilir ancak ağrılar yine geçmez. İkinci bir hastahaneye götürülür; akciğer enfeksiyon kapmış denilip yine aynı şey yapılır ancak ağrılar yine geçmez. Üçüncü doktor boğaz röntgeni çektirtir ve çocuğun soluk borusuna yapışmış kaba çekirdeğini görür ve tedaviyi başarır. Yani bunlar bir de basit şeyler. Bir devlet hastahanesi. Yoğun bakım. Yoğun bakımın karşısında bir hela. Heldan dışarı sular sızıyor, helanın önü ıslak. Dedim ki 'Burada insan kayar düşer'. Beş dakika geçmedi, heladan çıkan biri lappp diye kaydı düştü. Dotorları olmayan devlet hastahanesileri, üniversite hastahanesileri var; bunları oturduk yerden nasıl anlayabiliriz? Girersin Mhrs'ye; ülkedeki her hastahaneden, her poliklinkten randevu almaya kalkarsın ve sorunları anında anlarsın yani bazı öyle hastahaneler var ki poliklinik doktoru var görülüyor ancak gerçekte hiç doktor yok, bunu ancak randevu almaya kalktığında ve günlerce, haftalarca, aylarca randevu alamadığında anlıyorsun. Gezsen ne olacak; hastahane var, polikılinik var ancak doktor yok, derler ki 'Doktor helaya gitti, birazdan gelecek' ya da 'Bugün izinli'. Yani ülke yönetmek için ülkeyi gezmeye gerek yok. Örnek ki bir yerde gösteri, gırev, olay mı var; derim ki görevlilere 'Bana onların içlerinden birkaç kişiyi getirin, bakayım dertleri ne?'. Çünkü dert demek sorun demektir; sorun demek de çözüm isteyen konu demektir. Yani kişileri dinlememek demek sorunları bilmemek demek, sorunları bilmemek demek de sorunların çözümsüz alması demektir yani önce felsefe yani önce okumak gelir hayatta; işte bu yüzden ki Atatürk de Din hadisileri de 'Önce bilim' der. Ülkemize zengin Hintli milyonerler, milyarderler geliyor; 'Ya bunlar neden ülkemize geliyorlar, ülkelerinde düğün salonu yok mu?' derim, 'Dolarlar geliyor' diye bayram etmek yerine. Pakistan bizden 40 Atak helikopter alıyor; ihracat yapıyoruz, dolarlar geliyor demek yerine 'Ya bu adamlar bu kadar helikopteri neden alıyorlar?' diye düşünürüm çünkü belki Hindistan'a saldıracaklar, bu da bölgede vahşetlerin, katliamların yaşanmasına ve üstelik de Müslümanların katledilmesine yol açacak? Rusya buğday alıyor, 'Ya Rusya zaten buğday deposu bile ülke, neden buğday alıyor?' diye düşünürüm. Yani dünyayı yönetmek için gezmeye gerek yok; ya uzayı yönetseydik, yalnızca dünya-Mars arası 150-300 gün arası sürüyormuş yani bu durumda 'Gezmek' ile uzayı yönetemeyiz demektir. Daha, sayısız örnek. Yani bakın; uzmanlık iyidir de bilgi alanını yani başarıyı da daraltır; buyüzden eğitim felsefe ve Din hadisileri ile; ve düşünür olmak, alim olmak, alime olmak, bilge olmak amaçı ile birlikte verilmelidir yoksa düşünün ki kişi somunu görür de makinayı görmez, dağın önünü görür de arkasını görmez yani genelden kopuk bir özel başarısızlığa, hezimete esirdir. Televizyon ve internet var; gözler, kulaklar ve ulaşım araçları olarak ki nitel bir lidere, nitel bir öndere bunlar yeter zaten ancak bunları bile izlemek için oturmak, sabit yaşamayı sevmek gerek. Açarım bir de bir de internette 'Vatandaş şikayet sitesi'; ve bir de internetteki şikayet sitesilerini izlerim. Düşünürün(filozofun), alimin, alimenin, bilgenin yani nitel liderin, nitel önderin kitap okumaya değil de gezmeye zamanı olmaz zaten. Yani ülke ancak felsefe, bilim, Din hadisileri, televizyon, internet ve vatandaş işbirliği ile doğru ve iyi yönetilir; yandaşsa Mavi boncuk dağıtmakla, muhalifse ona 'Ananı al git', 'Oyunu al git', ona 'Terörcü', buna 'Vatanhaini' demekle değil. Beni cumhurbaşkanı seçseydiniz ülkeyi oturduğum yerden on kat daha doğru ve daha iyi yönetirdim, ülkeye masrafım da az olurdu; seçmediniz, şansınız yokmuş. İnsanların; sevdiklerini de, toplumlarını da kurtarmaları ellerinde olmayabilir. Necdet Gürçiftçi İnternette yayınlandığı zaman: 14.7.18/15.49
Kapat/(ESC)
Yorum Düzenleme

Yeni Üyeler

  • ademtok
  • mimu
  • kartanesimKar
  • Ebuelfiya
  • Efeefe

Bağlı Üyeler

  • Polet16:20
Kapat/(ESC)
Tavsiye
Adınız:
Sizin eposta adresiniz:
Alıcının eposta adresi:
Mesajınız:
Doğrulama Kodu:
captcha refresh
Kapat/(ESC)
İletişim
Adınız:
Eposta adresiniz:
Mesajınız:
Doğrulama Kodu:
captcha refresh
Kapat/(ESC)
Rastgele Şiir