yürüyorum yerlerde çürümüş yaprak cesetleri
göldeki siyah kuğu güzelliğin ölümcül cüretinde
durgun suya daldırdım ellerimi
parmaklarımdan süzüldü bir dramın gözyaşları
ıslak ağaç dallarında gözalıcı renkleriyle yabani portakallar
gri bulutlu göğe inat pembe, sarı, mor güz gülleri
dionisos'un şarap kokulu tarumar olmuş bağları
dönüşsüz ayrılıklar gibi uzayıp giden yasakçı çitler
sen de benden gitmişsin katmerlenmiş hüzün
içime içime ağlıyorum gülerken kimse anlamıyor
nasıl nasıl muhtacım sana bilmiyorlar ki
fettan pandoranın kutusunun içinde artık aşk tehlikeli
loş ormana giden dar patikada ellerimi kanatıyor çalı dikenleri
zehirli orman mantarlarının yüzlerinde Victor Ananias'ın siyah derin gözleri
ürküyorum insanın sevdiğinin elinde mi olur ölümü
bir daha kapısı hiç açılmayacak mı o taş evin
hiç ateş yanmayacak mı isli ocakta
hala duyuluyor yenmiş son yemekteki köy ekmeğinin kokusu
kaybolup gidecek mi o da zamana yenilip
ben unutabilecek miyim seni
unutamasam da acılar azalacak mı zamanla
kümülatif yığılırken sorular
hangi hayalbaz feylesof cevaplayacak
artık hiçbirşey bilemezken ben
aklıma geliyor annemin şeffaflaşmış yeşil damarlı elleri
ya sen de gidersen anne onun gittiği gibi
köşelere çarpa çarpa yitip giderken ben